-Söylediklerini anlıyor musun, diye sordu Stephen. -Fransızca mı konuştuğumuz beyim, dedi yaşlı kadın, Haines’e.
Haines, ilgiyle kadına bu kez daha uzun bir şeyler söyledi.
-İrlanda dili, dedi Buck Milligan, Galce bilir misin?
-İrlandaca olduğunu anlamıştım, dedi kadın. Siz batılı mısınız, beyim?
- Ben İngiliz’im yanıtını verdi Haines.
- İngiliz o, dedi Buck Milligan, İrlanda’da İrlanda dilini konuşmamız gerektiği kanısında kendisi.
-Bence de doğrusu bu, dedi yaşlı kadın. Ben kendim İrlandaca bilmediğime utanıyorum. Çok güzel bir dilmiş bilenlerin söylediğine göre.
-Çok güzel de laf mı, dedi Buck Milligan. Harika demek lazım. Çaylarımızı tazelesene, Kinch. Sen de ister misin, teyze?
William kendi adını, o güzel adını, oyunlarında kah bir figüran, kah bir soytarı olarak gizlemiştir - tıpkı eski İtalyan ressamlarının kendi suratlarını tuvallerinin loş bir köşesine yerleştirdikleri gibi.
Romalılar, onların izinden yürüyen İngilizler gibi, ayak bastıkları her yeni sahile sırf bu dışkıya ilişkin saplantılarını getirmişlerdir. Burada toplanıla. Bir kenef inşa edile.
Çapraşık buluyorsunuz sözlerimi. Çapraşıklık bizim ruhumuzda öyle değil mi? Daha tatlı bir sesle. Ruhlarımız, günahlarımızın utancıyla yaralı, kene gibi yapışır bize, sevgilisine yapışan bir kadın gibi, daha da daha da.
-Bir de söylemek istedim, İrlanda, derler ki, Yahudilere hiç zulmetmemiş olan biricik ülke olma şerefine sahiptir. Bunu biliyor muydun? Hayır. Nedenmiş, biliyor musun?
-Neden, efendim?
-Zira, onları hiç içeri sokmamış da.