Yazarın okuduğum ikinci kitabı olan, zamanında sinemaya da uyarlanmış ve oldukça beğendiğim güzel bir eserden bahsetmek istiyorum bugün. Yazarın okuduğum ilk kitabında beklediğim etkiyi alamadığım ve kalemine bayılmadığım için açıkçası bu kitaba bir parça ön yargı ile başlamıştım. Ancak yazar beni utandırdı ve endişemin boşa olduğunu bana gösterdi. Filmini yıllar önce izlemiş olsam da konusunu pek hatırlamadığım için kitaba herhangi bir fikir sahibi olmadan başladım. Ve kitapta yer yer duygulanacak kadar beğenip, bitirdiğim zaman iyi ki okumuşum dediğim için bahsetmeden geçmek istemedim.
Eser; baş kahramanımız Mustafa'nın, babasının öyküsüyle başlayarak kendi hayat hikayesini konu edinir. Babası Ali ve dedesi Süleyman, Bulgaristan göçmenidirler ve İstanbul'da yaşamaya başlarlar. Burada geçimlerini sağlarken Ali bir gün dedesini kaybeder ve hayatına yalnız devam etmek zorunda kalır. Ve günün birinde Mustafa'nın annesi olacak kadını, hayatının aşkını, Münire'yi görerek, onunla evlenmeyi kafasına koyar. Ancak Münire'nin ailesinden istediği yanıtı alamaz ve kaçmaya karar verirler. O günden sonra da göçebe bir hayat yaşayarak, oradan oraya birer yaprak gibi savrulurlar. Mustafa anne ve babasının hikayesinin yanı sıra, annesini nasıl kaybettiğini, babasının yalnızlıkla geçen mücadeli hayatını, kendi aşklarını ve çizdiği yolu anlatırken, bunların her bir anına şahit olmuş kadar duygulandım diyebilirim. İçinde geçen olayları ve kahramanlarını benimsediğim nadir kitaplar arasına girdiği için de ayrıca mutluluk duydum. Bu sebeple de ön yargı ile yaklaştığım bu kitabı okumayı düşünen herkese şiddetle tavsiye ediyorum.