“... hakikatte soyutlama teorisi oldukça farklı bir iddiayı barındırır. Bu teorinin nirengi noktası, metafiziğe ulaşıldığında elde edilebileceği iddia edilen “zihin şeffaflığını” bir sonuç olarak değil, bir başlangıç durumu hem de bir süreç olarak temellük etmektir. Zira Meşşâî filozoflar, insandaki ilk bilgilerin bilinçli düşünmeyi önceleyen bir düşünme aşamasında kavrandığı kanaatindedir. Buna göre insan ruhu (nefs) varlık kazandığında tamamıyla kuvve hâlindedir. İdrak güçleri işlevlerini yerine getirir. Göz görür, kulak işitir, ten dokunur, dil tadar, burun koklar, hiss-i müşterek duyuları birleştirir, hayal bölme ve parçalama yoluyla parçaları dışta bulunan ama bütün hâliyle dışta bulunmayan sûretler üretir, vehim madde içindeki anlamı kavrar, nihayet ruh anlamı yalın hâliyle yani tam bir soyutlukla kavramak için hazırlanır. Bu hazırlık doğrultusunda ruhun kaynağı olan Faal Akıl’dan feyiz gelir. Burada kilit nokta, gelen feyzin belirli bir anlamın veya önermenin bilgisi olmayıp tamamıyla ruhun hazırlığıyla belirginleşen mutlak bir feyiz olmasıdır. Çünkü Faal Akıl bütün yönleriyle bilfiil olduğundan onda herhangi bir nesnenin kavramı veya varlık durumlara ilişkin önerme bulunmaz. Bu sebeple ondan genel bir feyiz gelir ve gelen feyiz, geldiği şeyin hazırlığına bağlı olarak belirginleşir. Yani bir bitkiye, hayvana veya insana gelen feyiz aynı iken bu nesnelerin hazırlığına yani mizacına bağlı olarak özelleşir. Bu durum, tamamıyla insanın bilgilenme süreci için de geçerlidir. İnsan hangi durumda ve ne hususta hazırlanmışsa gelen feyiz onun bilgisine dönüşür” s. 24-25