Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Venedik'te Ölüm

Thomas Mann

Venedik'te Ölüm Gönderileri

Venedik'te Ölüm kitaplarını, Venedik'te Ölüm sözleri ve alıntılarını, Venedik'te Ölüm yazarlarını, Venedik'te Ölüm yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Kendisini işinden aylarca uzakta tutacak olan dünyayı dolaşma düşüncesi;onu alabildiğine temelsiz, planlarına çok ama çok aykırı geliyordu, böyle bir şey cidden söz konusu bile olamazdı. Bununla beraber böyle ani bir ayartılışın hangi nedenden ileri geldiğini de çok iyi biliyordu. Kaçmak arzusuydu bu...
Üstelik hayatı bitişe doğru gittiğinden, sanatçıların duyduğu o bitirememe korkusunu-işlerini tamamlayamayan ve kendini tam anlamıyla teslim etmeye hazır olmadan saatin durabileceği yönündeki o kaygıyı-artık sadece bir kuruntu olarak öteleyemediği için, dışarıdaki varoluşu kendisi için bir vatan haline gelen bu güzel kentle, dağlarda kurduğu ve yağmurlu yaz aylarını geçirdiği kaba saba kır eviyle yetiniyordu neredeyse.
Sayfa 17 - Can YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Ama sanıyor musun ki, azizim, yolu tinsel olana duyusaldan geçen kimse, bilgeliği ve erkeklik onurunu elde edebilecektir? Yoksa senin kanınca (kararı sana bırakıyorum) bu yol tehlikeli-cazip bir yol mudur; insanı yanlışa götüren bir sapma, bir günah yolu mudur? Çünkü şunu bilmelisin ki, biz şairler, Eros yanımıza katılmadığı, önümüze düşmediği
Aschenbach ezalı bakışlarla aynadaki hayalini seyrediyordu.     Ağzını kırıştırarak, “Ağarmış!” diyordu.     “Biraz!” cevabını veriyordu berber. “Aslına bakarsanız küçük bir ihmal, başkalarına karşı önemli şahsiyetlerde doğal olduğu halde yine de övgü alamayacak bir kayıtsızlık yüzünden. Bu gibi şahsiyetlerin doğallık ve yapaylık meselelerinde önyargılar taşıması yakışık almaz üstelik. Bazı kimselerin kozmetik sanatına karşı gösterdiği bağnazlık, dişlerini de kapsasa, bunu doğru gören olur muydu? Nihayet biz ruhumuzun, yüreğimizin hissettiği yaştayız; bazı durumlarda, ağarmış saçlar, bu hor görülen kozmetik düzeltmeden daha büyük bir yalan oluşturur. Size gelince; saçlarınızın asıl rengi hakkınızdır. İzin verirseniz, size saçlarınızın rengini iade edeyim.”     “Peki ama nasıl?” diye sordu Aschenbach.     Bunun üzerine konuşkan adam, müşterisinin saçlarını biri duru, biri koyu, iki türlü suyla yıkadı; işte saçları gençliğindeki gibi simsiyah olmuştu. Sonra saçları maşayla ve yumuşak dalgalar halinde büktü, geriye çekilip elinin emeği başı seyretti.
Birbirleriyle sadece göz aşinası olan, her gün, hatta her saat karşılaştıkları, birbirlerini inceledikleri halde, âdetlerin hükmüne ya da kendi kuruntularına tabi olarak ne selam ne konuşma, görünüşte kayıtsız bir yabancılığı devam ettirmek zorunda kalan insanlar arasındaki ilişkiden daha garip, daha nazik bir şey olur mu? Aralarında bir huzursuzluk, hastalık derecesinde bir merak, tanışmak ve fikir alışverişi ihtiyacının tatmin edilmemiş, yapay bir şekilde bastırılmış olmasından doğan bir isteri, özellikle bir tür gergin bir dikkat havası eser. Çünkü insan insanı, hakkında bir yargıda bulunamadığı sürece sever, yüceltir; özlem, eksik tanımanın bir sonucudur.
“İş işten geçti!” diye düşündü o anda. “İş işten geçti!” Ama sahiden öyle miydi? Kaçırdığı bu fırsat kendisini iyiliğe, ferahlığa, gönül hafifliğine götürebilirdi pekâlâ.
Reklam
Garip saatler! Sinir yıpratıcı garip çabalayış! Fikrin bir vücutla birleşmesinden olan garip doğumlar!
Tamamen duygu olabilen düşünce, tamamen düşünce olabilen duygu, yazar için bir mutluluktur.
Yoksa öteki tanrısal kavramlar da, akıl, erdem, hakikat de bize duyularımızla görünseydi, halimiz nice olurdu?
 Zihni doğum sancılarıyla kıvranıyor, zekâsı kaynamaya başlıyor, belleği gençken öğrendiği, ama şimdiye kadar hiçbir zaman kendi ateşiyle tutuşturmadığı o çok eski fikirleri dışarıya atıyordu.
Reklam
Yazları iç mücadelelerine sahne olan orada bulutlar alçalarak bahçenin içinden geçer, geceleri korkunç fırtınalar evin ışığını söndürür, ladin ağaçlarının tepelerinde yemlediği kargalar uçuşurlardı. Bunları hatırladıkça şimdi bulunduğu yeri bir cennet ülkesi gibi görüyordu. Burası dünyanın bittiği yerdi sanki; en kolay hayat insanlara burada bağışlanıyor, günler karsız, kışsız, fırtınasız, yağmursuz, hep okyanusun tatlı, serin soluğu altında keyifli bir tembellik içinde geçiyor; zahmetsiz, mücadelesiz, yalnız güneşe, güneş bayramlarına bağlı bulunuyordu.
Odada uzun zaman ayna karşısında kalarak ağarmış saçlarını, yorgun, hatları sert yüzünü seyretti. O anda şöhretini düşündü; sokakta birçoklarının kendisini tanıdığını, hedefini şaşmaz ve çekiciliğiyle ünlü kalemi dolayısıyla saygıyla seyrettiklerini düşündü; dehasının görünüşteki bütün başarılarını hatırlayabildiği kadar gözünün önüne getirdi; hatta aldığı asalet unvanını düşündü.
Büyük bir yeteneğin, başıboş bir haylazlıktan kurtulup gelişmesini, zekânın vakarını anlamlı hareketlerle gözetmeye alışarak, yardımsız, bir başına katlandığı çetin acılar ve savaşlarla dolu olan ve insanlar arasında nüfuz, şeref sağlayan bir yalnızlığın kural ve gereklerini kabullenmesini, sadece iflah olmaz bir avarelik sıkıntılı bulur ve alaya alma eğilimi taşır.
Fakat bilmenin, insanı eriten ve engel olan bilginin ötesinde ahlak azmi, yine aynı şekilde bir sadeleştirme, dünyanın ve ruhun ahlakça basitleştirilmesi, buna göre kötülüğün, yasak olanın, ahlak bakımından yapılmaması gerekenin yapılmasını teşvik anlamına da gelmiyor muydu? Biçimin iki yönü yok muydu? Biçim hem ahlaki hem de ahlakdışı değil miydi? Biçimin ahlakiliği, nefse hâkimiyetin ifade ve sonucu oluşu yüzünden, fakat doğası gereği de ahlaka karşı bir kayıtsızlık anlamını kapsadığı, hatta ahlakı mağrur ve mutlak egemenliği altına almaya çalıştığı için ahlakdışı, hatta büsbütün ahlaka aykırı değil miydi?
Ama öyle görünüyor ki, soylu ve mert bir ruh, her şeyden önce ve her şeyden çok, bilginin keskin ve buruk çekiciliğine karşı körleşir ve olgunlaşmış adamın iradeyi, eylemi, duyguyu, hatta ve hatta tutkuyu az da olsa felce uğratmaya, pısırıklaştırmaya, değersizleştirmeye hizmet ettiği takdirde, bilgiyi inkâr etme ve yadsıma, başı havalarda görmezden gelme kararının yanında, gencin o melankolik ve çok dürüst kalan derinliği hiç kuşkusuz sığlık anlamına gelir. O meşhur “Bir Sefil” hikâyesi, devrin çürük psikolojizmine karşı bir tiksinti boşalması olmaktan başka nasıl yorumlanabilirdi ki? Beceriksizliğine, ahlaksızlığına, kaprislerine uyarak karısını bir yeniyetmenin kolları arasına atarak hayatına eğreti bir gösteriş veren ve ruh derinliğinden dolayı kendini alçaklıklar işlemeye yetkili sayan o lapacı ve sarsak sefil bozması, bu psikolojizmin sembolüydü. Burada ayıbı kınayan sözün ağırlığı, bütün ahlak duraksamalarından, düşüş karşısında her türlü acımadan yüz çevirmeyi, her anlamanın bir bağışlama olduğunu söyleyen acıma ilkesindeki o gevşeklikten ayrılmayı ilan ediyor ve burada hazırlanan, hatta tamamlanan şey, yazarın az sonra bir diyaloğunda açıktan açığa ifade ettiği ve anlamlı anlamlı üzerinde durduğu “hüküm serbestliğinin yeniden doğuş mucizesi” oluyordu. Tuhaf bağlantılar!
Geri199
1.500 öğeden 1.486 ile 1.500 arasındakiler gösteriliyor.