Venedik’te Ölüm, Thomas Mann ile tanışma kitabım. 1929 yılında aldığı Nobel ödülünü hak ettiğini düşünüyorum.
Hikaye, 40-50 yaşlarında olan bir yazarın, yazıyor olduğu kitabına devam edemeyip bir tatile çıkması ile başlıyor. Tekdüze hayatından, görevlerinden kaçmak niyetiyle Venedik’te rahat günler geçirmek isterken, kaldığı otelde gördüğü bir çocuğa duyduğu hayranlık ile duyguları tüm şisdetiyle gün yüzüne çıkıyor. Tutkunun ne kadar güçlü ne kadar kontrol edilemez olduğunu okuyoruz.
Kitap kısa 103 sayfalık bir kitap olarak gözükse bile oldukça yoğun bir anlatıma sahip. Buna ek olarak ağırlıkla betimlemelerden oluştuğunu söylemeliyim. Betimlemeleri, mekân ve karakterlerin detaylı anlatımlarını seven biri olarak bile, bazı paragraflar beni bunalttı, satır atlamak istememe sebep oldu. Yanlış anlaşılmasın, Mann’ın betimlemeleri, okuyucunun gözünde, karakterin burnunun tipinden tutun Venedik sokaklarının yaşantısına kadar her şeyin canlanmasını sağlıyor. Venedik sokaklarında dolaştığınızı rahatlıkla hissedebiliyorsunuz. Tabii ki bunca detaylı anlatımdan sonra okuyucunun azıcık da olsa yorulmuş olması kaçınılmaz oluyor.
Venedik’te Ölüm’ün, sindirilerek ve sakin bir ortamda okunduğunda fazlasıyla keyif vereceğini düşünüyorum.