Çocukluğumuzdan beri bize söylene gelen şeyin aksine, zekâ uyum sağlamayı bilmek anlamına gelmiyor– ama öyle bir zekâ türü varsa bile bu köleliğin zekâsıdır.
Artık, çöküşle ilgili kehanette bulunmak veya sevindirici ihtimalleri tasvir etmek meselesi değil bu. Amaç er ya da geç çöküş gerçekleştiğinde buna hazır olmaktır. Nasıl bir isyan olması gerektiğinin şeması çıkarmak da değil mesele. Mesele bu başkaldırı halinin kesintiye uğramaması, yaygın bir kanı olduğu kadar gençliğin içinde uyanan ani bir dürtü olmayı sürdürmesidir. Nasıl hareket etmesi gerektiğinin bilincinde olan biri için, bir şemanın yokluğu engel değil fırsattır. Direnişçiler için işin özü şudur: İnisiyatifi elde tutmak. Bu noktada yaratılması gereken, ateşi canlı tutar gibi canlı tutulması gereken belli bir bakış açısı, belli bir taktik heyecan kalıyor geriye; bir kez doğduktan sonra (şimdi bile) tayin ediciliğini -daimi bir belirlenim kaynağı olduğunu- gösteren bir bakış açısı bu. Daha dün demode ve grotesk görünen belli başlı sorular zaten tekrar gündeme geliyor; bu sorular değerlendirilmeli ama yapılması gereken bu sorulara kesin yanıtlarını bulmak değil sorulmaya devam etmelerini sağlamaktır. Bu soruların tekrar tekrar sorulmasını sağlamak Yunan başkaldırısının en büyük erdemlerinden biridir:
Genel bir ayaklanma durumu nasıl isyana dönüştürülür? Bir kere sokaklar ele geçirilip polisler kesin bir yenilgiye uğratıldıktan sonra ne yapılmalı? Parlamentolar hâlâ saldırılmaya değer yerler midir? Yerel ölçekte iktidarı devir menin pratik anlamı nedir? Nasıl karar vereceğiz? Nasıl geçineceğiz?
Birbirimizi nasıl bulacağız?
Önemli olan daha iyi silahlanmış olmak değil inisiyatifi elde tutmaktır. Tek başına cesaretin bir önemi yok, cesaretten gelen özgüvendir esas olan. İnisiyatifi elinde tutmaksa buna katkıda bulunur.