Kalın kitapları okumaktan bir ben mi korkuyorum?
Olayların içinde kaybolup gideceğim, bütün ipleri elimden düşürüceğim diye bir tedirginlik doğuyor içimde.
Bazı insanlar gülüşleriyle ele verirler kendilerini. İçlerini dışlarını öğreniverirsiniz. Zekice olduğundan kimsenin kuşku duyamayacağı bir gülüş de iğrenç olabilir. Gülüş her şeyden önce içtenlik ister. Oysa insanlarda içtenlik nerede şimdi!..
İnsanın söze döktüğünden çok daha fazlası, ölçülemeyecek kadar çoğu içinde kalıyor. Düşünceniz kötü de olsa, henüz yalnız zihninizde iken, her zaman daha derindir; gel gelelim, düşünceyi söze döktünüz mü, çok daha gülünç, daha adice bir şey oluyor. Versilov'un bana söylediğine göre, bunun tersi ancak kötü insanlarda olurmuş. Onlar sadece yalan söylerlermiş; kolayını bulmuşlar.
Ben ise yalnız ve yalnız doğruyu, yalnız gerçeği olduğu gibi yazmaya çalışıyorum. Bu da o kadar zor bir şey ki!
Nasıl oluyor da akıllı bir insanın dile getirdiği şeyler, açığa vurmayıp da aklında kalanlardan çok daha aptalca oluyor? Kendimdeki bu özelliği bütün o uğursuz yıl boyunca insanlarla karşılaştığımda kaç defa farketmiş ve bundan ötürü kaç defa acı çekmişimdir.
Karamazov Kardeşler ‘in yazımına başlayan Dostoyevski.... sanki iki kitap okur gibi... çok normal bişey miş gibi :)
Delikanlı’ya başlamak için sabırsızlanıyorum...
“Sevgili dostum, insanları oldukları gibi sevmek olanaksızdır. Olamaz böyle bir şey. Ama sevmek de gerekir. Bunun için duygularına gem vurarak, burnunu tıkayarak, gözlerini kapayarak(ki bu sonuncusu zorunludur) iyilik et onlara.”