Bir şey, biri, bir ruh hayatın çölünde hepimizi izliyordu ve cennete varmadan önce bizi yakalaması kaçınılmazdı. Şimdi geriye bakınca bunun ölüm olduğunu anlıyorum tabii ki; biz cennete varmadan ölüm bize yetişecek. Hayatımız boyunca özlemini çektiğimiz, bizi inim inim inletip de tatlı bulantılara sevk eden tek şey muhtemelen rahimdeyken yaşadığımız ve -kabullenmek istemesek de- ancak ölümde tekrarlanabilecek yitik bir mutluluğun anısı olmalı. Fakat ölmeyi kim ister ki?
Güneş kızıllaşırken uyandım ve bu, hayatımda ki en tuhaf, en unutulmayacak anlardan biriydi çünkü kim olduğumu unutmuştum… Evimden çok uzakta, yol yorgunuydum, o güne dek görmediğim ucuz bir otel odasındaydım, dışarıda bir buhar tıslaması ile otelin eski ahşabının gıcırtılarını, yukarıda ayak sesleriyle bilimum hüzünlü sesler işitiyordum; çatlaklarla kaplı yüksek tavana baktım ve yaklaşık on beş tuhaf saniye boyunca kim olduğumu gerçekten bilemedim.
…çünkü sadece çılgınlar çeker benim ilgimi, yaşamak için çıldıran, konuşmak için çıldıran, her şeyi aynı anda isteyen, asla esnemeyen ya da beylik laflar etmeyen…