Yaşar Kemal ezelden beri bildiğimiz bir efsaneyi her zamanki samimi kalemiyle masalsı bir dille sunuyor okurlarına.
Ağrı Dağı Efsanesi'ni büyüklerimizden, anlattıkları masallardan, oradan, buradan duymuşuzdur. Kimi eksik kimi biraz daha farklı anlatırdı. Ancak Yaşar Kemal’in anlatım biçimi, yorumu çok başka dünyalara götürüyor. Zamanda yolculuk yaparcasına bir his oluşturuyor.
Efsane Ahmed ile Gülbahar’ın aşkı çerçevesinde gelişiyor ancak aşktan çok yöre halkının gelenek ve görenekleri, giyimleri, Kürt beylerinin yiğitlikleri işleniyor. Ayrıca Abidin Dino’nun mistik ve bir o kadar da muhteşem çizimleriyle kafanızda oluşan karakterler ve mekanlar biraz daha somutlaşıyor. Kitabı okumayanlar için içeriğini çok fazla yazmak istemiyorum. Biraz olsun bugünün kargaşasından kaçmak isteyenler için bir nefeslik şahane bir eser. Ağrı Dağı’na, Kervan Şeyhi’ne, Demirci Hüso’ya, Sofi’ye ve Hoşap Kalesi Beyine selam olsun.
Ağrıdağı EfsanesiYaşar Kemal · Yapı Kredi Yayınları · 202227,4bin okunma
Yaşar Kemal ile ilk tanışmam bu sürükleyici eserle oldu.
Hikayesiyle kurgusuyla özellikle de beyimlemeleriyle insanı içine çeken bir muhteşem bir eser.
Ağrıdağı EfsanesiYaşar Kemal · Yapı Kredi Yayınları · 202227,4bin okunma
Ağrının tam tepesinde bir ateş harmanı vardır. Doruğun tam ortasından bir kuyu dünyanın ortasına iner. İlk ateş bu kuyudan alınmıştır. İnsanoğlunun gördüğü ilk ateş Ağrıdağı’nın yüreğindeki ateştir. İnsanlar bu ateşi almak istemişler, almışlar da... Ateşi kaçıranlardan bir tanesi dağın gafletinden faydalanmış, ateş gölünden bir tutam ateş koparmış, başlamış dağdan aşağı koşmaya, ta aşağılara inmiş. Tam bu sırada Ağrı uyanmış, bakmış ki ateşi koparan başını almış gidiyor. Hemen eli ateşli adamı orada, olduğu yerde yakalamış, durdurmuş. Ada
mı da, elindeki ateşi de o anda, orada dondurmuş.
Ağrıdağı’nın yamaçları böyle taş olmuş adamlarla dolu. Ağrı, doruğuna çıkanı, orayı göreni, ateşini çalsın çalmasın, hiçbir zaman bağışlamamıştır.
Vakt erişti gibime gelir. Şu halka bir çare bulamazsak hepimizin kellesi gider. Yarın zulmü bahane ederler, öbürsü gün vergiyi, öbürsü gün sarayımızı, öbürsü gün ekmeği... Ve birikirler birikirler... Yüz bin yılın öfkesi ve de acısıyla... Şimdiki gibi sessiz birikirler. Ve bu kalabalığa güç yetmez. Onlarla ordular, bir dünya kadar ordu olsa başa çıkamaz. Bunlar bir araya gelmeyegörsünler, önüne geçilemez. Bir çare, bunları bir araya getirmemek için bir çare...
“Nasıl olur İsmail Ağa, bu ölümdür!" dedi Bey. "Paşa Ahmed’i ölüme gönderiyor. Ağrıdağı’nın doruğuna çıkmış da hiç geriye dönmüş bir kişi var mıdır? Görülmüş, duyulmuş mudur?"
Ağrıdağı gecelerde daha büyür, ağırlaşır, dünya yalnız Ağrıdaymış gibi gelir insana. Ulu sessizliğini korkunç gümbürtüler parçalar. Bir uçtan bir uca... Ağrıdağı ıssızlıkta kaynar. Karanlık gecelerde Ağrı silinmez, geceye karışmaz, daha karanlık, ıssız bir gece gibi evrenin üstüne yürür. Ay ışığında bir ince pırıltıdır, salınır. Gecede korkuludur. Karanlığı duvar gibi. Yıldızsız, silme karanlık gecelerde, çok derinlerde, bin yıl ötelerden gelircene Ağrıdağından koygun, boğuk uğultular gelir.