Yaşamak felaketini uzatan, işte bu dü şünce. Yoksa, - insan bir hançerle kendi işini kendi halledebilirken - zamanın sillesine, ha karetlerine, zalimin haksızlıklarına, kendini beğenmişin küstahlıklarına, karşılıksız kalan aşkın ıstırabına, kanunun ihmaline, mevki sa- hibinin kibrine, sabırla gösterilen liyakatin değersizlerce hor görülmesine kim tahammül ederdi? Meşakkatli bir hayatın yükü altında inleyip ter dökmeye kim razı olurdu? Ne çare ki, ölüm -sınırlarını aşan yolculardan hiçbiri- nin geri gelmediği o bilinmez ülke - ardında da belki bir şey vardır korkusu, zihnimizi şaş- kın ederek bizi, bilmediğimiz musibetlere düşmektense içinde olduklarımıza tahammül ettiriyor. Düşünmek, işte hepimizi böyle kor- kak ediyor...
Katliam! Şu ölü yığınına bakın. Ey gururlu ölüm, ebedi hücreden ne türlü bir ziyafet ha- zır ediyorsun ki böyle bir vuruşta bunca asili yerle bir ettin?
Babamın ruhu silahlanmış ha! İşler düzgün değil, kötü bir oyun oynanmış gibi geliyor bana. Ah, gece bir gelse! O vakte kadar sakin ol, ruhum. Kötü işler, üstlerini bütün dünya örtse, yine kendilerini belli ederler.
Yürü, gel benimle. Kralı bulacağım. Bu tam aşktan gelme bir çılgınlık; öyle bir şiddet vardır ki, kendi kendini mahveder. Dünyada in- sana musallat ihtirasların hepsinden daha sık iradeyi tehlikeli işlere sürükler. Doğrusu üzüldüm.
Son zamanlarda, neden bilmem, bütün neşemi kaybettim, itiya- dım olan eğlenceleri bıraktım. Gerçekten, her şey bana öyle dokunuyor ki, şu müstesna ya- pı, şu dünya, ıssız bir kara parçası gözüküyor. Şu muhteşem örtü, sema görüyor musunuz? Üstümüzü kaplayan şu muhteşem gökler, al- tın ışıklarla beneklenmiş olan şu şahane çatı, ne dersiniz, bana sadece pis, hastalıklı buhar- larla dolu gibi geliyor. İnsan ne türlü bir şa- heserdir! Ne asil bir muhakemesi vardır, ne sonsuz melekeleri! Şekli hali ne kusursuzdur, ne hayranlık uyandırır! Dünyanın güzelliği, mahlukların şahıdır o! Bununla beraber, ruh bulmuş bu toprağın benim için kıymeti ne? İnsanoğlu bana bir zevk vermiyor.
Hayır, böyle. Ben "gözükmek" nedir bilmem. Ne sade kuzguni pelerinim, anneciğim, ne yasların giymesi adet olmuş karalar, ne tıkanan göğüsten kopan hıçkırıklar hayır, ne gözden durmadan akan yaşlar, ne yüzdeki bezgin ifade, ne de ıstırabın bütün şekilleri, hal ve görünüşleri beni gerçekten anlatabilir. Sahiden bunlar "gözükür", bunlar taklide elverişli hareketlerdir. Ama benim içimde gösterişi aşan bir şey var; bunlarsa ıstırabın sadece süsü, takıntıları.