Toplum estetik bilgi noktasında yüzyıllar boyu oluşan bir birikimi kişinin önüne sürer. İnsanı bir balığa benzetirsek çevresinde kendisinden bağımsız olarak oluşmuş epistemolojik yapı / bilgi birikimi deniz/su gibidir. Sanatkâr, bütün bu birikimin farkındadır, hatta farkındalığı ölçüsünde içinde yüzmektedir. Ancak bunları aynen tekrarlarsa orijinal, özgün ve yeni olamaz. Bir balık suyun içinde yüzer, ancak bilinç alanı olmadığı için çevresini idrak edemez. Fakat yüksek bir bilinç kendisine verilen insan hem kendisini hem de kendisini hepsinden soyutlayabildiği çevresindeki varlıkları idrak eder. Dolayısıyla suya benzettiğimiz çevre dışında insanın ilham kaynağı olan bir varlıklar âleminin, yani doğanın farkına varır. İnsanın estetik etkileşim noktasında doğa ile olan münasebeti ise, içinde doğduğu epistemolojik yapıya uygun olarak şekillenir.
Sanat eseri ile sanat eserine bakan arasındaki ilişki de, sanatçıyla sanat eseri arasındaki ilişkiye benzemektedir. Bakan, ferdiyetini paranteze alarak sanat eseri ile bütünleşir. Bu bakımdan sanat eserini kendisinin dışında bir olgu olarak görmez; aradaki mesafeyi ortadan kaldırır ve sanat eserini yaşamaya çalışır. Bu davranış batılı ferdin uzaktan, eleştirel bakışından çok farklıdır. Sanat eserinin değerini bir bakıma, “mistik birleşme“ yahut “tasavvufi neşve “diyebileceğimiz bu ilişkinin derecesi belirleyecektir.
Yunanca “estetik“ sözcüğü, “duyuma, izlenime, algıya ilişkin olan”, “duyular için kavranabilir olan” demektir. Baumgarten, sözcüğünün bu özgün anlamından yola çıkar. O, estetiği, zihinsel mantık bilgisi karşısında duyum bilgisi olarak şöyle tanımlıyor: “estetik duyusal bilginin bilimidir.” …
“Akla benzer olmak“ da yine mantığa benzer olmak anlamındadır. Mantık, estetiğin “ablası“ ve estetik, bu büyük kız kardeş gibi bölümlenir; kuramsal ve kılgısal estetik olarak.
Estetik tavrın ereği kendindedir; onun kendisi dışında bir ereği yoktur.
Estetik tavır, öznenin kendisini karşısındaki nesneye tümüyle verdiği bir tavırdır. Onun bu ikinci özelliğine kontemplation, yani seyir ve temaşa denir. Ancak burada hem kontemplation’da hem seyir ve temaşa da yalnızca görme söz konusu olduğu için bu deneyimlerin müzik nesnesi için uygun olmadığı söylenebilir. Birincisi felsefi literatürde derinleştiği için bu sakınca felsefede yoktur. Ama seyir ve temaşa için aynı şeyi söyleyemeyiz. Eskiden önerilmiş ama ne yazık ki pek tutmamış olan Türkçe “dalınç” sözcüğü bizim aradığımız anlamı eksiksiz verir. Böyle bir dalınçla ya da kotemplatif tavırla insanın kendisini estetik nesneye vermesi, nesnenin o anda onun tüm dünyası olması demektir.
Estetik öznenin, karşısında estetik bir tavır aldığı her nesne estetiktir. Onun estetik olup olmadığını belirleyecek olan bu tavırdır. Demek ki onu estetik nesne yapan, diğer nesnelerden ayıran şey, özne ve öznenin tavrıdır. Estetik bilginin ve onun yöneldiği estetik varlık alanının, daha genel deyimle tekhnne onta’nın özne temelli olmasının nedeni budur. Ancak biz, estetik varlık alanının ne nesnelci (objektifdiyse ) anlayış gibi yalnızca estetik nesneden oluştuğunu ne de öznelci (subjektivist) anlayış gibi estetik özne ve onun tavrından ya da bu tavrın bir sonucu olan değer verme ve bunun ifadesi olan yargıdan ibaret olduğunu söylemiyor, tersine bunların bütünlüklü bir birlikliğinden meydana geldiğine inanıyoruz.