f

Felsefe ve Din

2 üye
Ömer Hayyam da aynı soruyu sormuştu.
Tanrı, gerçekte zaman dışı bilgisiyle, tümel bir bilginin sahibidir.
Sayfa 177Kitabı okudu
J. Locke
Tanrı, mümkün olan bütün varlıkları bilen sonsuz bilgi sahibi, mümkün olan bütün varlıkları yaratan sonsuz güç sahibi, basit bir varlıktır. Ancak, onun nasıl bildiğini veya nasıl yarattığını insan bilemez. O'nun yaratmasının olduğu kadar bilmesinin de yolları insana kapalıdır. Eğer böyle olmamış olsaydı, onun Tanrı olduğu ya da bilme bakımından insandan mükemmel olduğuna hükmedilemezdi.
Sayfa 130Kitabı okudu
Reklam
İbn Rüşd, dın ve felsefe arasında ilişkiyi araştırmaya başlarken, öncelikle felsefenin din bakımından durumunu belirlemek ister. Ona göre felsefe, var olanlara bakıp (değerlendirmek) ve (var olanların) Sâni'e (Tanrı'ya) delâletini" araştırmak olduğuna göre, İslam dini bakımından felsefe yapmak, vâcip veya mendûptur." Bu hususu, ayetlerin ışığında değerlendiren düşünür, "Şerîatın, var olanlara akıl ile bakmayı ve değerlendirmeyi (felsefe) vâcib kıldığını" ifade eder. Bundan sonra, Kur'ân'da yer alan: "Eybasîret sahipleri, ibret alın." (Haşr,3) ayetindeki (i'tibâr): “Göklerin ve yerin melekûtuna ve Allah'ın yarattığı şeylere bakmazlar mı?" (A'raf, 184) ayetindeki (nazar=bakma) ve "Onlar, göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler." (Âl-i İmrân, 191) ayetindeki "düşünme" kelimelerinin, Arapçada ifade ettikleri anlamlardan hareketle, "bakıp değerlendirmenin (i'tibâr), bilinenden bilinmeyenin elde edilmesi olduğunu belirtmekte ve bunun da bir nevi kıyas olduğu neticesine varmaktadır.
Tanrı'nın geçmiş, şimdi ve geleceği 'tek bir şimdi'de görme şeklindedir. Değişim, insan bilgisi için geçerlidir. Oysa mükemmel bir varlık hakkında değişmeden bahsetmek, ona eksiklik atfetmek olacaktır.
Sayfa 138Kitabı okudu
Bu sonuncu varoluşun durumu daha açıktır. Çünkü o, gerçek varlığın (hâdis) varoluşu ile, kadîm varoluş arasında benzer bir durum almıştır. Onda bulunan; kadîm (öncesiz olma) benzerliğini muhdes (sonradan olma) benzerliğine, ğâlib kılanlar ona kadîm adını vermişlerdir. Onda bulunan; muhdes (sonradan olma) benzerliğini, kadîm (öncesiz olma) benzerliğine gâlib kılanlar ise buna, muhdes (sonradan olma), adını vermişlerdir. Hakikatte ise o, ne gerçek anlamda muhdes (sonradan olma), ne de gerçek anlamda kadîm (öncesiz olma) dir. Çünkü gerçek anlamda muhdes (sonradan olma), zorunlu olarak bozulucu (fâsid) dur. Gerçek anlamda kadîmin (öncesiz olmanın) ise illeti (nedeni) yoktur. Onlardan kimi de buna ezelî muhdes (son- radan olma) adını vermişlerdir ki bu(nlar) Eflatun ve taraftarlarıdır. Çünkü onlara göre zaman; geçmiş (yönünde) sonludur.
Sayfa 107Kitabı okudu
Hem Pascal'ın kalbin yetileriyle aklın yetilerini ayırması hem de Protestan pietizminin düşünceden ziyade dini bir hisler bütünü olarak görmesinin altında Hıristiyanlığın etkisi olmakla birlikte, duyu ve düşünce dünyasını birbirinden ayıran Platoncu, Descartescı ve Kantçı -her ne kadar eleştirse de- dikotomik dünya algısı yatmaktadır. Çünkū bilmeyi ve düşünceyi iptal eden bir iman anlayışı ve iman sıçraması İbrahimî geleneğin ruhuyla örtüşmez. Hatta söz konusu gelenek içinde bilmenin bile anlamı farklıdır. Zira 'ılm kavramından tezekkür ayrı olamayacağı gibi, ondan iman da kopuk değildir. Ne var ki, Descartes'ın ruh ve bedeni birbirinden ayırması, insanın inanma ve bilme yönlerini de birbirinden kesin sınırlarıyla ayırmayı getirmiştir.
Sayfa 158Kitabı okudu
Reklam
276 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.