Dünyadaki en iyi anlamlandırma ustası, insandır. Zihinde çok kelime olmasından ziyade, anlamlı ve planlı bir şekilde yerleştirilmiş olması daha mühimdir. İçinde lügatler dolusu kelime olan; ancak haktan ve hakikatten yana kelimeler yüklü olmayan bir beyin, yalan ve algı makinesinden farksızdır.
Bu aynı zamanda neden anlaşamadığımızın da cevabıdır. Zıtlıklarla yaşadığımız şu dünyada, zihinlerde aynı kelimeler olsa bile aynı şeyi mi anlıyoruz?
Konfüçyüs’ün de dediği gibi, “Kişi ne kadar çok bilirse, o kadar affeder.” Hoşa gitmeyen davranışa neyin yol açtığını bulmaya zaman ayırmak, onu affetme yolunda atılmış bir adımdır.
Dün iletişim kurmak aktarmaktı; çünkü insan ilişkileri daha hiyerarşikti. Bugün, çoğu kez müzakere etmek anlamına geliyor iletişim kurmak; çünkü bireyler ve gruplar, avantaj bakımından eşit koşullarda bulunuyorlar.
''Adamın içinde geçirdiği onca yıl boyunca öğrendiği en önemli şey; karşında ağlayan bir kadın varsa -asla ağzını açma, belirli bir miktarda hüzünlü hisset ve kafanı hafif bir açıda eğerek onu onayla- davranışıydı.''
İbn Tufeyl'in Robinson tarzı kitapların da menşei olan, bütün dünyada meşhur eseri Hay bin Yakzan'ı bilirsiniz. Hay, ıssız bir adada anne ve babası olmadan büyüyor. Hay, hayvanlana ber arkadaş olup hiç insan görmeden yetişkin hale gellyor.
Dikkat çeken yer ise onun dili nasıl öğrendiğidir. Bir başına da olsa kendince bir anlaşma vasıtası yani dili geliştiriyor, çünkü bir şekilde konuşmak zorunda. İleri yaşlarda, adaya gelen ilk kez gördüğü insanların da dilini öğreniyor.
İbn Tufeyl, bu hikaye ile bir şeyler anlatmak ister. İnsanın bütün gayretinin kendi iradesiyle, hakkı ve hakikati bulmaya yönelik olarak yaratılmış olduğunu göstermektir. Bunun içine dil de dahildir.