Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

k

Köylü

Köylü gibi davranmak, gelişmemişliğin, yol yordam bilmemenin, kılık kıyafet, dil ve adap konularında geri olmanın işaretiydi.
Okul ...
Hoca’nın cüppesini havalansın diye ipe sermişler. Derken şiddetli bir yel, estiği gibi cüppeyi alıp götürmüş. Hoca "Şükür ya Rabbi!" diye dua etmeye başlayınca, karısı, "Ayol, niye dua edersin?" diye sormuş. "A hatun; ben de içinde olsaydım, halim nice olurdu?" demiş. Bizimkisi de o hesap. Ya duvar göçerken biz altında olsaydık? Ucuz kurtulduğumuza şükredelim. Peki, ama şimdi biz ne yapacağız? Onarım desek kabul etmez. Temelden hayır yok. Yenisi? Büyük sorun!... Hani Sait Faik’in bir hikâyesi var. Ben de onun gibi soruyorum: Gülsem olmuyor, ağlasam olmuyor, dövünsem olmuyor. Söyleyin a dostlar, ben ne yapayım?
Reklam
Türk köyünü hâlâ: "Çoban kaval çalar, Anın Hayatı şairanedir. Fısıldaşır, sükût eder, Bu bir güzel teranedir." gibi dörtlüklerdeki havayla düşünenler, bu memleketi tanımıyorlar; onun gerçekleriyle hallü hamur olmadıkça köyü bildiğimizi iddiadan, onun adına avukatlık etmekten vazgeçelim bari.
Öyle ya !..
Akbayır’da çavdar biçiyoruz. Bunaltıcı sıcak var. Bir gün önce, Göbekli Tepe’de arpa yolarken poyraz biraz okşuyordu. Babam dünkü serinliği özlüyor: "Bugün hava ne kadar sıcak be!" diyor. Oysa, bulunduğumuz yer, tepeler arası bir çöküntü. Dünkü arpa tarlası ise tepenin üstünde. "Baba, o tepenin başı şimdi yine serindir. Burası yüksek değil de ondan!" "Lan oğlum, Allah’ın işine akıl erdirmeye başlama, anladın mı? Burası sıcak olur da, orası serin mi olur? Ulan oranın Allah’ı ayrı mı?"
Bu millet yüzyıllar boyunca köyde dövülmüş, şehirde dövülmüş, orduda dövülmüştü. Ağa dövmüş, eşkıya dövmüş, jandarma dövmüştü. Dövülenin şikayetine kapılar kapalıydı. Bu kapılarda hiç kimse onun anlayacağı dili konuşmazdı. Hem, yalnız dövülmek mi? Yüzyıllar ve yüzyıllar boyunca aldatılmak? Köylünün kitabında doğruluğun, sevginin misalleri yazılı değildi ki?.. Evet, köylüye bugüne kadar ne verdik ki, ondan ne bekleyelim?..
Sayfa 159Kitabı okudu
ayaklar...
Bizim köyde ayakkabı giyen kadınların sayısı, yüzde beşi geçmez. Gerisi hep yalınayak. Kışın bile, karda çamurda çaya, çeşmeye su doldurmaya böyle giderler. Kızlar hep yalınayaktır, ama başlarında taşıyamayacakları kadar ağır fesler, yazmalar, püsküller, pullar, incik boncuklar doludur. Bu ayaklar, yazın da ekin tarlasına, çift sürmeye giden, çatlayıp taş kesilen ayaklardır. Kirden gözükmezler...
Reklam
Köprü altında sandık Baştan ayağa yandık !..
Adlar...
Asıl adıyla anılan, on kişiyi geçmez köyde. Daha çok takma adlarıyla anılır insanlar. Böyle anıla anıla da, adı unutulur. Sorulduğu zaman, asıl adını bilmeyenler var. Hele yeni yetişenler, köyün yaşlılarını yalnız takma adlarıyla tanımıştır, ne bilsin adını. Yaşlılar da gençlerin adını bilmezler. Zaten dedelerinin takması, torunlara ad oluyor. Takmalardan birkaçını sayayım: Kumbulu, Alanın oğlu, İdalı, Bildiri, Horsun, Holü, Dınkırı, Karaca... Horruk, Şaplak, Köşküş, Çüllu, Moroğları. Babaları da öyle: Ayran, Tönbe, Bıyık, İbalı, Fosur, Gamuk...
Dünyanın böyle olduğunu bilseler ordan çıkmazlar o çocuklar, ne çare çıktıktan sonra ağnarlar kaç köşeydiğini dünyanın...
Eşek sıpası...
Eşek yaladıktan sonra, sıpanın kulaklarını çöttük, dik dursun diye, gelenektir. Babam burnuna üfürdü ve kulağına seslendi: "Kirr! Anandan arkaya kalma!... Seni canavar yir!" Bu da gelenektir. Sonra, "Gel gız, bi de sen çağır da cesur olsun" dedi anama. Bir de anam seslendi. Bu sırada çocuklar da tutturdular. "İlle biz de çağıracağız!" diye. Birer de onlar çağırdılar...
28 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.