Kat'iyen bil ki kanaat, ticaretli bir şükrandır; hırs hasaretli bir küfrandır. Ve iktisat, nimete güzel ve menfaatli bir ihtiramdır. İsraf ise nimete çirkin ve zararlı bir istihfaftır. Eğer aklın varsa kanaate alış ve rızaya çalış..
Allah insanı hem birey hem de toplum düzeyinde kendisini yenileyebilecek bir varlık olarak yaratmıştır. Yeter ki o, zihnini kendisine gösterilen deliller üzerinde düşünmeye, gönlünü de bunlardan çıkacak sonuçları kabullenmeye açık tutsun: gaflet bataklığında kaybolup gitmek üzereyken küçücük bir dikenin batmasını bile vesile edinip silkinebilsin, insan olma sorumluluğunun ve yuce yaratıcısı karşısındaki konumunun bilinci içinde kalbinde bir ürperti duyabilsin.
'Vâhidiyet' ise bütün o mevcudat birinindir ve birine bakar ve birinin icadıdır demektir.
Ehadiyet ise her şeyde, Hâlık-ı külli şey'in ekser esması tecelli ediyor demektir.
Edep ve terbiye bakımından kötülükler Allah'a atfedilmez.
(Şu'arâ:78-80) bize öğrettiğine göre, hastalık aslen O'nun tarafından yaratıldığı halde, "Beni hastalandıran O'dur yerine, "Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur" denilmesi, Kur'ân-ı Kerîm'deki bu ifade şekliyle Allah(c.c) kullarına terbiye öğretmektedir.
Allah lafzı, mukaddes olan Zât-ı Kibriyâ'ya mahsus bir isimdir. Hiçbir şahıs taptığı puta "Allah" adını vermezdi. Hatta câhiliye döneminde putperest bir Arap'a "Seni kim yarattı? veya "Yerleri ve gökleri kim yarattı?" diye sorulduğunda "Allah" cevabını verirdi. Câhiliye döneminde araplar her ne kadar putlara tapıyorlarsa da yaratma olayını Allah'a(c.c) bağlarlardı. Kur'an da buna işaret eder:
"Andolsun ki onlara gökleri ve yeri kimin yarattığını sorsan muhakkak, Allah derler.."(lokman:25)
İslam akîdesinin temellerinden olan rúbubiyet, öyle bir yol ayrımıdır ki bir yanda bütün mükemmelliği ile Tevhid akîdesi, öbür yanda bu hakikatin yokluğundan meydana gelen zifiri karanlık. Bu rubûbiyetin bütün âlemleri şâmil olması, akîdedeki nizâmla nizâmsızlığın ayrılış noktasını teşkil etmektedir. Çünkü bütün âlemler tek bir Allah'ın mutlak hakimiyetini ikrar edip O'na yönelir.
Cenab- ı Hakk'ı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envara, esrara ya bi'l kuvve veya bilfiil mazhardır.
Onu hakiki tanımayan, sevmeyen nihayetsiz şakavete, âlâma ve evhama manen ve maddeten müptela olur.
Risale-i Nur nasıl bir tefsirdir? Tefsir iki kısımdır: Birisi: Malûm tefsirlerdir ki, Kur'ân'ın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin manalarını beyan ve izah ve ispat ederler. İkinci kısım tefsir ise, Kur'ân'ın imanî olan hakikatlerini kuvvetli hüccetlerle beyan ve ispat ve izah etmektir.
SözlerBediüzzaman Said Nursî · Rnk Neşriyat · 20135,5bin okunma
| 67 – Mülk Sûresi - Yerin Yumuşak Yaratılması
| “Sözünüzü ister gizleyin ister açığa vurun; bilin ki Allah, kalplerin içindekini bilmektedir. Yaratan hiç bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır. (67/13-14)”
| [1171] Allah her şeyi bildiği için kullarına, gizli ya da açıktan söylenen söz ve yapılan
Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın dahi zamanında Ceziretü'l Arap'ta en ziyade revaçta dört şey idi:
Birincisi: Belâgat ve fesahat
İkincisi: Şiir ve hitabet
Üçüncüsü: Kâhinlik ve gaibden haber vermek
Dördüncüsü: Hâdisat-ı maziyeyi ve vakıat-ı kevniyeyi bilmek idi.
İşte Kur'an-ı Mu'cizü'l Beyan geldiği zaman, bu dört nevi malûmat sahiplerine karşı meydan okudu: