“Bu dünyada gördüğün her maddenin, her nakşın aslı, rûh âlemindedir. Nakış gitti diye gam yeme, gördüğün her güzel yüz, işittiğin her nükteli söz yok oldu ise üzülme, zira hakikat, sadece bu dünyada gördüklerinden, bildiklerinden ibaret değildir.”,,
“Öldüğüm gün tabutum giderken, bende bu cihânın derdi, tasası var sanma. Cenazemin götürüldüğünü görünce ‘Ayrılık, ayrılık!’ deme. Ölüm günü benim için sevgiliye kavuşma ve buluşma günüdür.”
Hazret-i Mevlânâ’ya göre bizim asıl vatanımız “mutlak güzellik âlemi” olan o âlemdir. Biz bu dünyada gurbetteyiz. Bütün insanlar burada birer gariptir.
Şu var ki hakikate varmak ve kainatın sırlarını çözebilmek için Eflatun düşüncesini ve duygusunu kendine rehber edinmiş, büyük Mevlâna ise İslâmı, imânını ve ilhamı kendine kılavuz yapmıştır.
Esâsen Mevlâna'da kendisini Türk addeddiğini şu rubâisiyle anlatıyor:
" Beni yabancı sanmayınız.
Ben bu mahalledenim.
Sizin mahallenizde evimi arıyorum.
Her ne kadar düşman gibi görünüyorsam da
düşman değilim her ne kadar Hindçe söylüyorsam da aslım Türktür.''
Mevlâna'nın bugün yaşayan torunlarından ikisi birbirine zıd fikirlerde bulunuyorlar. En son Çelebi, merhûm Veled Çelebi Efendi, tab'edilmemiş Muhtasar Menâkıb isimli kitabında şeceresini Ebûbekir'e çıkarıyor. Hâlbuki yine aynı aileden
olan Dr. Feridun NAfiz Uzluk 1937'de neşrettiği Mecâlis-i Seb'a'daki yazısında, dedesinin Türk olduğunda ısrar ediyor.