Yanlış devirde geldik paşa. Yavuz Sultan Selim Han'ın, Kanuni Sultan Süleyman Han'ın bıraktığı devlete idareci olsaydık fikrimizde, aklımızda, gözümüzde, gönlümüzde cihanın huzuru olsaydı.
Biz insanız, eksiğiz. Ben de nefsime şunu söylerim paşam: Durmadan seni öven birini gördüğün vakit yüz çevir. Birisinin her övgüsüne hak verip susuyorsanız artık onun yolundan gitmeye başlarsınız. Çünkü o kişi, sizi kendi yoluna çekmek için met eder.
Kimse beni, içinde bulunduğum şartlara göre, onları nisbet ederek muhakeme etmiyor! Düşünmüyorlar ki, ya ben Abdülmecid yerine Yavuz Sultan Selim'in oğlu olsaydım manzara nasıl olurdu?
Kimilerine göre Ulu Hakan, kimilerine göre Kızıl Sultan diye anılan Hünkarın Selanik sürgününü; kendi dilinden, bambaşka perspektiften, İlber Ortaylı'nın tabiriyle "dikkat çekici bir üslupla", 4 sayfa dolusu kaynakçaya ve en çok da doktorunun günlüklerine dayandırdığı zengin ve kusursuz bir öyküleme tekniği ile okura sunmuş
Geceleri gözümü kapadığım vakit bir tek şey görürüm. Huzurun, imanın, muhabbetin sınırlarının olmadığı bir devlet. Kavganın, sömürünün olmadığı bir devlet.
Kendilerine anlatılandan farklı bir adamla karşılaşmak biraz şaşırttı Doktor'u. Özellikle bazı yabancıların yorumları, insanı hayrete düşürecek, acaba başka bir adamdan mı söz ediliyor dedirtecek kadar ilginçti. İstanbul'daki Amerikan Büyükelçisi Tirel 1897'de New York Times gazetesine ve bazı Amerikan dergilerine onu, "Avrupa'da tanıdığım en entelektüel adam" diye övüyor, Rus Çarı'nın onun yanında Doğulu kaldığını söylüyor ve "Tam bir Batılı" diyordu.
Balkanlar büyük ölçüde elden çıkmıştı, iç anlaşmazlıkları gideren Ortodoks devletler Rusya'nın himayesiyle teker teker bağımsızlıklarını ilan ediyorlardı. Kaybedilen topraklarda yaşayan milyonlarca Osmanlı tebaası yayan yapıldak İstanbul'a kaçmaya çalışıyordu. Bu yollarda Balkan çeteciler, komitacılar tarafından katliama uğrayan halk perişandı. İngiltere, Ortadoğu neftlerini koparmak için müthiş bir mücadele veriyor, Arap tebaayı İstanbul'a karşı isyana yönlendiriyordu. Kısacası yaşlı adam şifa veren iksirlerle, merhemlerle, yakılarla uğraşır, mikrop korkusundan ellerini hiç durmadan Atkinson kolonyasıyla ovuştururken uçsuz bucaksız imparatorluk ayaklarının altından süratle kayıyordu. İyi ki bilmiyordu adam bunları, yoksa yüreğine inerdi. Avrupa dergilerinde çıkan karikatürler imparatorluğu, güçlü avcılar tarafından parçalanan vahşi bir av hayvanı gibi gösteriyordu.
Sayfa 190 - Tabip Yüzbaşı Atıf Hüseyin BeyKitabı okudu