- "Kabir azabında elem ve uzviyetin suret ve şekli değil, bizzat kendisi tecelli eder. Uykuda duyulan azap hakikî bile olsa, nihayet dünya âlemlerinden biridir. Kabir azabı ise uhrevîdir. Ve aralarında büyük fark vardır. Dünya azabı, ahiret azabına nisbetle bir hiçtir!
Cehennem kıvılcımlarından bir tanesi dünyaya düşse her şey kül olur. Kabir azabını rüyâdaki acı gibi bilmek, azabın suret ve hakikatine nüfûz etmemekten ve bâtıl bir anlayıştır."
- "Rüyâlar daima hâlistir ve hiçbir zaman boş değildir. Allah'ın ders ve hikmetlerini misâller âlemine nakşedici tecellilerdir. Zâhirlerine göre anlaşılması mümkün olmayan şeylerdir. Bazen aynıyla zâhirlerine göre çıkan rüyâlar bulunsa da, onların büyük kısmı tâbir ve tefsire muhtaçtır.
- "Masiva" ismi verilen imkânlar âlemi üç kısma bölünmüştür. Misâl âlemi, ruh âlemiyle, madde âlemi arasında berzah, kavşak çizgisidir.
Misâl âlemi ayna gibidir. Ruh ve madde âlemleri arasındaki mânâlar bu aynayla, lâtif sûretler hâlinde akseder. Ruh ve mânâ âleminden her mânâ ve hakikat için misâl âleminde hususî bir heyet ve suret vardır. Bununla beraber misâl âlemi, aslında suretler ve şekillerin âlemi değildir. Öbür kendilerine akseden mânâ ve hakikatlerin, suret ve şekil hâlinde toplayıcısıdır.. Bizzat kendisi, yâni misâl âlemi, aslında saf ve berrak bir aynadan ibarettir ki, ayrıca bir suret ve şekil belirtici olmaktan uzaktır. Onda görünen renk ve çizgiler, daima dışarıdan gelmedir."
- "Hak ehli, ruhun maddeyi idrakini mutlaka his âletlerine bağlı görmezler. Belki bu idrak, ruh için, bedende bulunduğu müddetçe his-duyu âletlerini kullanarak kazanılmış bir sıfattır. Âlet ortadan kalkınca da sıfat yerinde kalır, Göz, kulak ve öbür his âletleriyle elde ettiği şeyler kendisinde kaydedilmiş olup, ruh onları bedenden ayrıldıktan sonra görür. Lâtif olan ruhun, kesif bedene ilişmesindeki murad ve hikmet, işte bu ahengin meydana gelmesidir..."
- Bir telâkki zümresi, meşhur ve emin Hadîsler, hattâ Kur'ân âyetleriyle sâbit olan kabir azabı üzerinde tereddüde düşmüştür. Bunların iddiaları, henüz gömülmemiş bir ölünün hissizliğine bakıp hüküm vermek gibi basit bir müşahededen ileri geliyor. Bunlara göre donmuş ve hareketsiz kalmış olan ölü, hiçbir azap duygusundan haber vermemektedir; eğer elem mevcut olsaydı hareket ve kıvranış, onun hissedildiğine dair bir işaret görünmek iktiza ederdi. Bu ham görüşe cevap şudur ki, yeri kabir olan berzah âleminde hayat, dünya ölçülerine sığmaz ve ona uymaz. Dünya hayatı neş'esinde evvel hassasiyet ve sonrasında iradî hareket vardır. Bu neş'enin tecellisi için bu iki vasıta dünyada zarurîdir. Berzah hayatında ise hareket asla şart değildir.. Hattâ berzah hayatının keyfiyetine, hareket aykırıdır. Orada sadece his ve hassasiyet vardır. Elem ve azabın muhatabı vicdândır. Şu hâlde berzah hayatı, dünya hayatının ilk unsuru üstünde derinleşicidir ve onun yarısı gibidir. Orada ruhun bedene ilişkisi de dünyadaki alâkasının yarı yarıya eksikliği içindedir.
Böyle olunca, ölünün berzah hayatına mahsus his içinde kalıp, hem en derin elem ve azabı duyması, hem de bunu hissettirmemesi ve azaba âit tezahürlerden bir şey göstermemesi, anlaşılabilecek bir şey olur. Allah Resûlü bu hususta ne buyurmuşlarsa hakikatin tâ kendisidir. Bu ölçüyü kaydetmekle, nübüvvet şuurunun akıl ötesi olduğunu işaret ediyoruz. (Her hikmette aklın kendisini tatmin ihtiyacı kaide değildir ve onun her şeyden evvel sınırını tanıması şarttır.
- Aklın idrakinden âciz olduğu işlere âit hakikat, ancak nübüvvet makamında tecelli eder. His tavrı, akıl tavrının ötesindedir. Onun da ötesinde peygamberlik tavrı vardır.
-Evvelâ his hükmeder, akıl onu doğrular veya yalanlar. Sonra da bozar. Akıl mertebesi kâfi gelseydi peygamberlerin gelmesine lüzum kalır mıydı?
-Haşr ve Ahiret azabı peygamberlerin gönderilmesiyle takyid olunmuştur. Bu hususta kat'î bir âyet mevcuttur..."
- " (...) Ruh bedenden ayrıldıktan sonra eğer ulvî ise yükseklere çıkar, süflî ise aşağılara düşer, fakat misâl âlemine uğramaz. Misâl âlemi, (sinema perdesi gibi) görmek içindir, içine girmek için değil...
Oluş ve içinde bulunuş yerleri, ruh âlemiyle madde âlemidir.
Misâl âlemi bu iki âlemin aynasından başka bir şey değildir.
Rüyâda ve misâl âleminde görülen acı, görenin müstehak olduğu elemden bir işarettir ve sahibini tenbih için tecelli etmiştir..."
- Hak ehli âlimlerden ruhun hakikatine ermiş olanlar azdır. Bilenlerse, ruhun kemâllerinden uzun uzadıya bahsetmeyip yanlış telâkkilere imkân vermemek için kısa kesmekle yetinmişlerdir. Ruhun kemâlleri, görünüşte bedenin kemâllerini andırdığı için aralarındaki fark gayet dakik ve naziktir. Bu inceliğe ancak üstün insanlar varabilmişlerdir...
- " (...) Ruh, bedene ilişmeden önce kendi âlemindeydi. Bu âlem de misâl âleminin üstündedir. Bedene iliştikten sonra da ruhun misâl âlemiyle bir alâkası kalmamıştır. Böyle iken, bazı ânlarda insan, kendi hâllerini Allah'ın yardımıyla misâl âlemi aynasında görmeye muvaffak ve bu hâllerin güzellik veya çirkinliğine orada şahit olur.
Rüyâlarda bu hâl açıktır. Çok defa bu hâl uyanıklık anında da görülür."
- "Hayâlî keşif diye isimlendirilen rüyâların izâhı şöyledir ki, ruh uyku hâlinde gaibler âleminden bazı mânâ ve suretleri görür; nefs de ruha ilişkisi bakımından o görüş ve anlayışta ruha ortak olur. Hayâl kuvveti gaiblerden devşirdiği surete kendi elbisesini giydirince, ruh da onu o elbise içinde müşahede eder. Rüyâ tabircisi, o hayâl elbisesinin altındaki hakikî suret ve mânâya ulaşarak ruhun gaibler âleminde gördüğü şeyin hakikatini bildirir.. İşin sıhhati bakımından rüyâyı görenin hâli, zamanı, mekânı, muhiti ve tâbircinin hâli, şanı ve anlayışı birer mühim ölçüdür."
"Şerh-i Makâsıd" sahibi diyor ki:
- "Felsefeciler, ruhun maddeyi idrakinden zâhirî ve bâtınî his âletlerini şart bilmişlerdir. Bu yüzden, bu hislerin yuvası olan bedenden ruh ayrılınca, artık maddeyi idrak etmez. Nitekim ölülerde his kalmaz."
Hak ehlinin anlayışına göre ise, ruh için, bedenden ayrıldıktan sonra yeni bir madde idraki vardır. Zira ruhun idrak fiilinde his âletleri iştirak sahibi değildir. Onun içindir ki, mezar ziyaretlerinde ölülerin cesetlerinden ruhlarına yönelmek usûldür..."