Günümüz gençliğini geleceğin zengin dili gibi kullananların başında Sezai KARAKOÇ'u görüyorum. Zamanımızda has bir tabaka tarafından okunması sırf bu nedenle değil elbet...
Sezai KARAKOÇ'un şiirine duyulan hatırı sayılır ilginin nedeni, sistemli şekilde reddedilen, unutturulmaya çalışılan ecdat mirasına duyduğumuz özlemdir. Sanat değeri yanında içerik olarak onun şiirinde mahiyetini belki derinlemesine idrak etmediğimiz ama hüzünlü özlemiyle içten içe dalgalandığımız bu mirasın ipuçlarını açılımlarını buluyoruz.
O miras ana gibidir, doğurur, besler, baba gibidir, dağ gibi arkalar. Ve nihayet yine Sezai KARAKOÇ'un şiiri ile, bu mirasın yüz küsur yıldır reddedilişinde uygulanan akıl dışı metodları ve bunu büyük kütlenin pahasına gerçekleştirmek isteyen bir avuç insanın, nasıl insanlıktan çıkıp timsahlaştıklarını görüyoruz.
Dünya, sılasını özleyenler için bir sürgün yeriydi.
Sürgünü bitip asıl memleketine gitmek istemişti Sezai Karakoç..
Seni yok sayacaklar, sen daha çok var olacaksın!
Saygı ,rahmet ve minnetle..
‘Sen herhangi bir ekmek yiyeceksin işte Lili’
Sezai Karakoç'un şiirlerinin hep bir hikâyesi olur.
Liliyar şiirinin hikâyesi ise şöyle;
‘’Bu kuklaların kukla olmadığı besbelli/Ne söyledilerse tıpıtıpına gerçek besbelli…’’ diye başlayan şiiri. Karakoç’un bu şiirine, 1953 Amerikan yapımı olan, yönetmenliğini Charles Walters’ın yaptığı ve
Zambaklar en ıssız yerlerde açar,
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.
Bir mumun ardında bekleyen rüzgâr,
Işıksız ruhumu sallar da durur,
Zambaklar en ıssız yerlerde açar.