Cumhuriyetin savunucuları Sezar’ın bir özdeyişini benimsemişlerdir: “Onlar yapılacak bir şeyler kaldığı sürece, hiç bir şey yapılmamış olduğuna inanırlar”.
Evet, ölüm cezası, genel olarak bir caniliktir, ve bu nedenle, doğanın değişmez ilkeleriyle korunan bazı koşullarda, sadece bireylerin ve toplumun güvenliği için gerekli olduğu durumlarda adildir.
Kamu güvenliği, olağan suçlar için ona asla ihtiyaç duymaz, çünkü toplum, başka araçlarla onları durdurabilir ve onların hasarını en aza indirebilir.
Ama henüz yasalarca pekiştirilmemiş bir devrimin ortasında, tahttan indirilmiş bir kralın varlığı, ulusun sırtında savaş kırbacını şaklatan bir kralın varlığı, ister hapiste, ister sürgünde olsun, kamu yararının yanına konulamaz; olağan yasaların belirlediği adaletin bu acımasız istisnası, sadece onun işlediği suçların niteliğinden kaynaklanmaktadır.
Bu ölümcül gerçeği üzülerek dile getiriyorum. Ama Louis ölmelidir, çünkü anayurdumuz yaşamalıdır.
Nasıl ki tanrıların tapınakları, dine saygısızlık edenlere korunma sağlamanın aracı değilse, anayasa da, kendisini yok etmeye çalışan zorbaların entrikalarını koruma aracı değildir.
Şüphesiz, evrene zenginliğin paylaşımındaki aşırı oransızlığın pek çok kötülük ve suçun kaynağı olduğunu göstermek için bir devrim yapılmasına gerek yoktu…