Bizim tasavvuf zevkimizi, mübalağasız bütün sanat eserlerimizde müşahede edeceğiz. Ancak unutmamak gerekir ki bu zevki, mimaride, nakışta, hatta ve musikide yakalamak tamamen bir formasyon meselesidir. Çünkü tasavvuf zevki, oralarda bir ruh kadar gizlidir. Fakat şiirde bu zevk, apaçık bir çığlık biçimindedir. Onu daha kolayca ve rahatça idrak edebiliriz. Zaten herkes bilir ki, bizim şairlerimizin hazırladıkları her bir "Divân", tasavvuf okyanusuna doğru yol alan birer ırmak gibidir. Türk-İslam medeniyetinde sadece "münevverler" değil "halkımız" da bu aşk ve vecdden haberdardır.
Eser başlangıçta sanatın; tarifleri, gerektirdiği özellikler ve bağlı olduğu bazı bilimler açısından değerlendirme yapıyor. Dini, sivil ve askeri mimariyi örneklerle anlatıp sanatın doğduğu coğrafyalara akıyor. İslam öncesi Orta Asya’da geçen inançları anlatıp insanların hayatlarındaki sanatsal yansımalarını belirtiyor. İslam sanatının gelişmesine etki eden faktörleri ayrı bir başlık altında ele alıp Kur’an’da ve hadislerde tasvir meselesini gündeme getiriyor. Hz. Muhammed’den günümüze kadar dini açıdan bütün sanatsal faaliyetleri ve ortaya çıkan ürünleri kaliteli basılmış görsellerle bütün ayrıntılarıyla açıklıyor ki ben şahsen kendimi müzelerde ya da kültür turunda gibi hissettim, diyebilirim. Kitabın sonuna doğru sanatkarlardan bahsedip hem kayda değer bir terminoloji ekliyor hem de bu kitapta emeği geçen yazarları tanıtıyor. Kitabın üzerinde el kitabı yazılmasına rağmen 615 sayfalık bu büyük boyutlu kitap, aslında bence ansiklopedik bir nitelik taşıyor. Eser çok güzel ve faydalı olmuş, emeği geçenlerden Allah razı olsun. Zaten Grafiker yayınlarının kitaplarını her zaman beğenmişimdir.
Bir mü'min olarak sanatkârın görevi, sadece estetik zevki tatmin etmek değil birliğin ve nurun perdesini aralayarak hakikatin bilinmesine yardımcı olmaktır.
Tevrat'a dayanan rivayetlere göre Türk, Yusuf'un neslindendir. Bazı kaynaklarda Türk, Nuh'un üç oğlundan Yâfes'in oğlu olarak gösterilir. Şehname'ye göre .....
Fatih'in cenazesinde halk, başından aşağı toprak serpmiş; yeniçeriler, börklerini çıkarıp başlarına kara çuha sarmış; kadınlar saçlarını kesmiş, Fatih'in atının ise kuyruğu kesilmişti.
Ölü gömüldükten sonra yoksullara beş bin altın sadaka dağıtılıp bin hayvan kurban edilmiştir.
Roux, 5. yüzyılda Yenisey bölgesinde ölülerin kamışlara sarılıp ağaçlara asıldığını ve bu yöntemin ölüyü hayat kaynağı ile buluşturma amaçlı olduğunu yazar.
Çocuk (1-3 yaş) mezarları farklıdır. Ölü doğum veya süt bebekleri, ağaç kabuğu kaplı bir örtüye sarılarak ulu ağaçların dallarına sarılır. .............bebek topraktan çıkıp ölüler ülkesine gidecek güçte olmadığı için ağaçlara asarlar,
bu ağaçları kesenler öldürülür.
Hunlarda seçkinlerin mezarları gizli tutulurdu. Bunun için mezarı kazanlar öldürülür veya mezarın üstünden sürü geçirilirdi. Göktürklerde yakma olduğu için mezarın gizliliğine gerek kalmamıştır ve ölü; atı, giysileri ve eşyalarıyla yakılırdı. Göktürklerde en onurlu türdür, sadece soylulara uygulanır.
...son olarak suya gömme de eklenebilir. Ölüyü yakmanın yanı sıra mumyalayarak mezar odasına koyma, toprağa gömme, tabutla ağaca asma, bir çardak üzerine bırakma, etlerinden sıyrılan kemiklerin bir kaba konulması gibi adetler biliniyor.
Uygurlarda 8. yüzyılda ölenin eşini üvey oğullardan biri almazsa kadın kocası ile yakılıyordu. İbn Batuta; kağanın yeğenleri, sevdikleri ve kölelerinden oluşan yüz kişiyle gömüldüğünü yazar.
İbn Fadlan'a göre 10. yüzyılda Volga Bulgarlarında 2 yıl sonra ölü yemeği ile yas bitirilir, karısı artık evlenebilir. Budist Sarı Uygurlarda üç yıl,........................
19. yüzyıl Yakut kadın mezarındaki tütün kesesi, ölmüş kocasına iletilmek içindi. Yakılmış eşyalar ortadan kayboldukları için öbür tarafa aktarılabilirdi.
Altay mezarlarında çok sayıda müzik aleti bulunmuştur.