Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Türk ve İslâm Tarihi

Profil
Ülkede Hârizmşahlar olarak hüküm süren belli başlı hanedânlar şu şekilde sıralanabilir: 1- Afrig Oğulları (305-995) 2- Me'mun Oğulları (995-1017) 3- Altuntaş Oğulları (1017-1041) 4- Anuştigin Oğulları (1097-1231)
Hârizm
Hârizm'e İslâm akınları Emeviler döneminde I. Yezid'in hilâfetinde (680-683) başladı. Bu sırada Selm b. Ziyâd'ın 400.000 dirhem alarak bir antlaşma yapması söz konusudur. Nihayet Kuteybe b. Müslim'in Horasan valiliği sırasında 712'de bölge İslâm Devleti'ne bağlanmıştır. Abbasi halifesi Me'mun (813-833) döneminde, muhtemelen Torkasbâta'nın oğlu Hârizmşah İslâm'ı kabul ederek Abdullah adını almıştır. Sâmâniler döneminde Hârizm, bir vilâyet olarak onlara bağlanmıştır.
Reklam
Büyük Selçuklularda Toprak
Büyük Selçuklularda toprak, geneli itibarıyla devlete ait yani mirî arazi idi. Ahalinin ekip biçtiği bağ, bahçe, koru veya otlak olarak değerlendirdiği bu toprağın vergileri hükümdara tahsis edildiğinde buna hâs arazi denirdi. Şu veya bu hizmet dolayısıyla, asker veya sivil bir kişiye belirli bir toprak parçası verildiyse, bu takdirde toprağı işleyenler vergilerini ona verirlerdi. Böylece devletin yapması gereken bazı hizmetler yerine getrilmiş, karşılığı da toprak gelirlerinden ödenmiş olurdu ki, buna iktâ sisemi, toprağın bu şekilde ayrılıp verilmesine ve bu toprağa da iktâ denirdi. Fetihten sonraki kayıt sırasında haraci arazi olarak kaydedilmiş toprakların vergi geliri ise hazineye intikal ederdi. Mirî veya mülk (özel) toprakların gelirlerinin; ilmi, içtimai, hayri ve benzeri amaçlı vakıf müesseselerinin giderlerinin karşılanması için tahsisi işlemiyle vakıf araziler ortaya çıkardı. Bir arazinin tasarruf hakkının tamamıyla bir kişiye ait olması halinde ise bu toprağa mülk (özel) arazi adı verilirdi. Bu gibi topraklar istenirse satılabilir, hibe veya vakfedilebilir, sahibi tarafından çocuklarına miras olarak bırakılabilirdi. Selçuklu ülkesinde toprağı kullananlar esas olarak öşür, harac gibi şer'i vergiler ödemek durumunda olmakla birlikte, örfi tekâlife dayanarak bazı vergilerin alınması da söz konusudur.
Hârizmşahlar'ın Atası Anuştigin
Hârizmşahlar hanedânının bilinen atası Anuştigin'in, Garcalı bir Türk olduğu, tarih kaynaklarının verdiği bilgilerle kesin olarak belirlenmişse de, mensup olduğu kol konusunda yeterli açıklık bulunmamaktadır. Bu sebeple de araştırmacılar; Oğuzların Beğdili boyuna mensup olduğu, Çiğil, Yağma, Karluk, hatta Halaçlardan olabileceği gibi farklı ihtimalleri ileri sürmüşlerdir. Biz bu tartışmaları bir kenara bırakarak Anuştigin'in Büyuk Selçuklu emirlerinden Bilge Tigin tarafından Garcistan'da satın alınarak, Saray hizmetlerinde istihdam edildiğini ifade edelim.
Selçukluların İslâm dünyasına getirdikleri yeni yapı tarzlarından biri de, şekil olarak Türk çadır (otağ)'larını andıran, tuğladan yapılarak, çogunlukla çini ile kaplanmış kümbet diye isimlendirilen türbelerdir. Kümbetleri dört köşeli, çok köşeli veya yuvarlak biçimde olmak üzere üçe ayırmak ve çok sayıdaki örneklerini Karahanlı ve Gaznelilerdeki uygulamanın bir devamı olarak Selçuklu ülkesinin muhtelif yörelerinde görmek mümkündür.
Reklam
Büyük Selçuklu vezirlerinin, genel olarak, İranlı ve toprak aristokrasisine mensup olmalarına karşılık, Hârizmşahların bilhassa son devirlerinde gulâm veya Türk kökenli vezirlere rastlanır.
Hârizmşahlar'ın Son Hükümdarı; Celâleddin (1220-1231)
Celâleddin, Moğolların eline geçmemesi için annesi ve haremini teşkil eden kadınların nehre atılmalarını emretmek zorunda kalmış, çemberin çok daraldığı ve kurtuluş ümidinin kalmadığını düşündüğünde kendi atını da nehre sürmüştür. Onu ancak az sayıda Hârizmli takip edebilmiştir. Celâleddin'in bu cesareti karşısında Cengiz Han; “Bir babanın işte böyle bir oğlu olmalıdır” diyecektir.
"Şehadet söz konusu olduğunda Türk milletinin eline kim su dökebilirdi ki? Ölüme gülerek gidiyordu şanlı süvariler. "Ölürsem şehidim, kalırsam gazi...""
Sayfa 41 - Acayip YayıneviKitabı okudu
Büyük Selçuklularda - Adalet Teşkilatı
Büyük Selçuklularda kadı adalet teşkilâtının başlıca elemanı olmakla birlikte, adaletin tek dağıtıcısı da değildir. Esas olan bu hizmeti doğrudan hükümdarın üstlenmesiydi ve onlar da zaman zaman bunu yapmışlardı. Fakat Sultan'ın her yetkisini bizzat kullanmasının mümkün olamayacağı gerçeğinden hareketle, genelde ülke çapında vekiller (nâibler) olarak kadılar tayin etmişler, onların çalışmalarıyla yakından ilgilenmişler, gerektiğinde taltif etmişler, lüzumunda da azletmişlerdir. Selçuklularda amidler de Sultan adına adaleti yerine getirmişler, ayrıca İslâm öncesi Türk kültürinden intikal etmiş olması gereken Emir-i Dâd veya Dâdbeylik müessesesi de bulunmuştur. Kadılar şer'i konularla ilgilenmelerine mukabil, diğerleri örfi davalara öncelikli olarak bakmışlar, böylece yargı sistemi şer'i ve örfî olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Kâdı-yı Leşker (Kadı-Asker) ise, ordu mensuplarının davalarıyla ilgilenmişlerdir.
288 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.