Yahudi devletinde sanayi ve güvenlik arasında da sıkı bir bağ vardır ve birçok işveren işe alınacak kişilerde askerlik yapmış olma şartı arar. Bu, sanayi sektörünün kayda değer bir oranda (neredeyse %70) Filistinlilere kapalı olduğu anlamına gelir.
İsrail'deki Filistinli topluluğun hiziplere bölünmesi Filistin halkının topyekun parçalanması eyleminin bir cüzüydü ki bu Siyonist hareketin hem amacı hem de bir sonucuydu. Bu daha sonra İsrail'in Filistinlilere yönelik stratejisinin özü haline geldi. Güney Afrika'da üstünlük yanlısı beyaz azınlık için tehdit olarak görülen Afrikalı çoğunluktan duyulan endişe, Afrika toplumunu kabilelere bölerek onlara topraklar, hatta küçük devletler teklif eden benzer bir parçalama stratejisiyle sonuçlanmıştı.
Merkezileşmiş ekonomi, hayatın her alanı için izin talep eden ve periferi dışında serbest rekabete izin vermeyen karmaşık bir bürokrasi ortaya çıkardı. Ekonomik gücün çoğu, hükümete ait büyük kartellerin ve tekellerin elindeydi ve bunlar büyük ölçüde Yahudi Ajansı ve Histadrut tarafından işletiliyordu. Hükümet ekonomi sahasındaki strateji ve gelişimin kontrolünü tekelinde bulundurduğu için, halihazırdaki durumun değiştirilmesş çok zordu; bu yüzden - sonraki yıllarda yerel ekonomi liberalleşmiş olmasına rağmen- Filistinliler ekonomik vaziyetlerini iyileştirmek için serbest piyasa şartlarından fayfalanamadılar. Demokrasi gibi, serbest piyasa ve özelleştirme de koşulluydu, etnik kimliğine bağlıydı.
Camp David Antlaşması meşru değildi. Mısır Sina'yı her karışına kadar geri almıştı ama karşılığında işgal altındaki toprakları İsrail'in mutlak kontrolüne bırakmıştı.
"Karmiel, Celile'yi Yahudileştirmek için inşa edildi, ortak bir yaşam için henüz çok erken. Onlar kendi köylerinde kalmalı." Resmi ağızdan böylesi bir ırkçı söylem ve tavır Güney Afrika'daki apartheid rejiminin çökmeye yüz tuttuğu bir zamanda dünya çapında hoş görülüyordu.
Nüfus transferi ve etnik temizlik -ki bunların gerçekleştirilmesi, uygun "tarihsel fırsatlar" doğdukça mümkün olacaktı- Filistin'i Yahudileştirmenin araçları olarak siyonist düşünce ve pratikte birbiriyle yakından bağlantılıydı. Uygun koşullar, uluslararası camianın kayıtsızlığı veya savaşın sağlayacağı türden "devrimci koşullar" anlamına gelebilirdi.
SSCB-Türkiye ilişkileri 1965'Len başlayarak, 1979'da SSCB'nin Afganistan'a müdahalesine değin karşılıklı üst düzey ziyaretler, imzalanan iki önemli anlaşma ve SSCB'den sağlanan ekonomik yardımlarla tam anlamıyla işbirliği içerisinde geçti.
1960-1980 döneminde, önce bir durgunluk sonra da soğukluk dönemine giren Türkiye-İsrail ilişkileri, 1980'lerde de bu soğuk mirasın etkisiyle şekillenecek, fakat 90'ların başından itibaren sıcak bir döneme girecektir.
Immanuel Wallerstein Batı devletlerinin dünya tahakkümüne giden yolda dört aşamadan geçtiklerini söyler: Sömürgelerde köle kuvveti ile üretimin artması, fazla üretimin ihraç edilmesi, burada gelen artık servetle finans merkezleri kurulması ve son olarak siyasi tahakküm...