Üzerinde bir şekil oturuyordu, siyah pelerinli, kocaman ve tehdit-kâr. Çelikten bir taç taşıyordu fakat cübbesiyle, tacın kenan arasında, gözlerinin ölümcül pırıltısından başka hiçbir şey görünmüyordu: Nazgûl Efendisi.
Havaya dönmüş, karanlık bozulmadan önce bineğini çağırmış ve sonra tekrar geri dönmüştü, etrafa felaket saçarak, ümidi ümitsizliğe, zaferi ölüme çevirerek. Kocaman kara bir topuz kullanıyordu.