Bir şehrin ve elbette koca bir gürültünün ortasına kondurulup kaldırılan tabutlara baktıkça, ölümün, işlerimiz arasına sıkıştırılmış bir mecburiyet olduğu hissine kapıldım. Günün akışını artık ağırlaştırmıyordu ölüm; çevresine yaydığı bir yas örtüsü yoktu; biraz ilerideki bir müzik markette şenlikli bir şarkı çalıyordu; bir kadın tezgâhtaki mallara bakıyordu işte. İşte yüzyıllardır hepimizi çaresiz bırakan ölüm, hepimizin ortasında çırılçıplak ve yapayalnızdı. Artık göze batmadığı, batamadığı için, dünya karşısında çaresiz kalan oydu!