Nerde o eskiler, eski kelimeler! Huzuru okurken eskinin yaşantılarına imrendim. Dinledikleri ve söyledikleri mûsîkilere, ahbaplıklarına, kelimelerine vs.. Bir yandan da ahvalimize üzüldüm. Daha şurda yüz yıl önce ecdadın yazmış olduğu eserleri anlamak bir yana okumakta zorluk çektiğimiz gerçekleri geldi oturdu içime. Cemil Meriç geldi tam da bu vakit 'dilini unutan bir nesil yabancı dili nasıl sevsin' diyordu. Üç beş kadar kendimize yetecek kelimeyle öyle sadeleşmişiz ki, öyle basitleşmişiz. Aciz kanaatimce kendimiz olmaktan çıkmışız gibi geliyor. Bir yarımız geçmişte kalmış, ona tutunmağa çalışmakta, diğer yarımız ise bize ait olmayan dünyaları, kelimeleri sahiplenmekte. Oysa mühim olan ya hep ya hiçtir. Her şeyiyle özünü koruyamazsa insanın kaderi belirsizlikler rotasının hiçliğinde kaybolmayacak mıdır? Sadece toprağın görünür kısmında olan varlığımız ile yetinip, ona şekil vermeye çalışmaktan vazgeçip ; tâ derinlere uzanan, yıkılmayışımızın yegane müsebbibi olan köklerimizi ne vakit hatırlayacağız tam manâsıyla.
Velhasıl kelam, kitabıma geri dönecek olursam eğer üslubuna alışmakta zorlandım yazarın, bir cümlenin sonu gelmiyor bazan yarım sayfa sürüyor :) bu sebeple dikkatimi toplayarak okumam gerekti.
AMA; bir alışınca kitaba elimden bırakamadım hatta bitmesin istedim iyi geldi bana şu final haftasında. Önceleri hep yabancı yazarların kitaplarını okumak isterdim sanırım artık biraz biraz da içimize dönme vakti, aslımıza!
Var olun kıymetli okur..