Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Büşra Gültekin

Büşra Gültekin
@lazycell
Üniversite
8 Ağustos
33 okur puanı
Şubat 2019 tarihinde katıldı
Bütün insanlar zorunlu olarak hem haklı hem haksız olduğu için, her şey aynı zamanda hem gerekçeli hem akılsızca olduğu için artık taraf tutmayan kişi, kendi adından vazgeçmeli, kimliğini ayaklar altına almalı ve vurdumduymazlık ya da ümitsizlik içinde yeni bir hayata başlamalıdır. Veya aksi takdirde, başka bir yalnızlık cinsi icat edip boşluk içinde yurtsuzlaşmalı ve -sürgünlüğün keyfince- köksüzleşmenin safhalarını birer birer yerine getirmelidir. Bütün önyargılarla bağlarını koparınca, kimsenin başvurmadığı ve kimsenin çekinmediği, tam anlamıyla işe yaramaz insan haline gelir, çünkü her şeyi aynı ilgisizlikle benimser ve boşlar. Dalgın bir haşereden daha az tehlikeli olmasına rağmen, yine de hayat için bir âfettir; zira hayat, Yaratılış’ın yedi günüyle birlikte, bu kişinin kelime haznesinden çıkmıştır. Hayat onu affederdi aslında; hiç olmazsa hayatın başladığı yer olan Kaos’tan tat alsaydı... Ama o, hummalı kökenleri, en başta da kendi kökenini yadsır ve dünyayla ilgili olarak sadece soğuk bir hafızayı ve kibar bir pişmanlığı muhafaza eder.
Reklam
Varoluşa rıza göstermede bir nevi alçaklık vardır; kibrimiz ve pişmanlıklarımız sayesinde, ama özellikle de bizi korkaklığımız yüzünden ağzımızdan alınmış nihaî bir tasdike doğru kaymaktan koruyan melankoli sayesinde, bu alçaklığın elinden kurtulabiliriz. Dünyaya ‘evet’ demekten daha aşağılık bir şey var mıdır? Oysa o muvafakati, o usandırıcı tekrarın örneklerini, yalnızca içimizde bayağılığa karşı olan her şey tarafından inkâr edilen o hayata bağlılık yeminliklerini sürekli çoğaltırız... Diğerlerinin yaşadıkları gibi yaşayabilir, ama yine de dünyadan bile daha büyük bir ‘hayır’ı’ gizleyebiliriz: Melankolinin sonsuzluğudur bu...
Kendine tapmayan kişi daha doğmamıştır. Yaşayan her şey kendisini çok sever; hayatın derinlikleriyle yüzeyini kasıp kavuran dehşet başka türlü nereden gelirdi ki? Herkese göre evrendeki tek sabit nokta kendisidir. Eğer bir insan bir fikir için ölürse, bunun nedeni fikrin ‘onun’ fikri olmasından, ‘onun hayatı’ olmasındandır.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Kendimiz için fazla mevcut olduğumuzdan, doğum öncesi ve ölüm sonrasındaki namevcudiyetimiz bizi sadece bir fikir olarak, o da çok kısa süreliğine etkiler; sürüp gitmemizin ateşini, bozulan ama yine de ilkesi itibariyle tükenmez olan bir ebediyet gibi hissederiz
Hepimiz, düşündüğümüzden çok daha fazla şeye inanırız; hoşgörüsüzlükleri barındırır, kanlı tedbirlere ihtimam gösterir ve fikirlerimizi aşırı yöntemlerle savunarak dünyayı itiraz edilmez gezici kaleler gibi katederiz.
Reklam
Ruh, kanatlanması sırasında, lekelenmiş işlevlerimize dayanır: Boşluğun uzuvlarımız içinde genleşmesi ölçüsünde havalanır. İçimizde sadece özgül bir biçimde kendimiz olmamamıza yol açan şeyler sağlıklıdır: tiksintilerimizdir bizi bireyleştiren; hüzünlerimizdir bize bir isim veren; kayıplarımızdır benliğimize mâlik olmamızı sağlayan. Sadece başarısızlıklarımızın tutarıyla kendimiz oluruz.
Canlılığın kritik noktası -bir mücadele olan- hastalık değil, her şeyi dışlayan ve arzuların taze hatalar doğurma kuvvetini ellerinden alan o ‘belirsizlik’ dehşetidir.
Cani, özgürlüğünü sınırsız bir şekilde kullanır ve gücünün fikrine karşı koyamaz. Başkalarının hayatına son verme konusunda, o da her birimizle aynı düzeydedir. Eğer düşüncede öldürdüklerimiz hakikaten yok olsalardı, yeryüzünde kimse kalmazdı. İçimizde çekingen bir cellat, hayata geçmemiş bir katil taşırız. İnsan öldürme eğilimlerini kendilerine itiraf etme cüreti olmayanlar da cinayetlerini rüyalarında işlerler, kâbuslarını cesetlerle doldururlar.
Parıldamalarımız anlıktır; düşüşler kuralımızdır. Hayat her an çürümekte olandır; tekdüze bir ışık kaybı, gecenin içinde yavan bir dağılmadır; âsasız, hâlesiz, aylasız...
Başlangıçta, ışığa doğru ilerlediğimizi sanırız; sonra o hedefsiz yürüyüşten yorulur ve kendimizi yere bırakırız: Gitgide yumuşayan toprak artık bizi taşımaz: Açılır. Güneşli bir sona götüren bir güzergâhı boş yere izlemeye uğraşsak da, içimizde ve altımızda koyu karanlıklar genleşir. Kaymamız sırasında bizi aydınlatacak hiçbir pırıltı olmaz: Uçurum bizi çağırır ve onu dinleriz. Olmak istediğimiz her şey, bizi daha yukarıya yükseltme gücünü gösterememiş her şey, hâlâ üzerimizde durur. Vaktiyle zirvelere âşık olan, sonra da hayal kırıklığına uğrayan bizler, sonunda düşüşümüze canı yürekten bağlanırız; tuhaf bir infazın aletleri olarak, koyu karanlıkların sınırına, geceye bağlı alınyazımızın hudutlarına dokunma yanılsamasıyla büyülenerek, düşüşümüzü tamamlamak için acele ederiz. Boşluk korkusu hazza dönüştüğünde, güneşin aksi yönünde ilerlemek ne şanstır! Tersine sonsuz, tabanlarımızın altında başlayan tanrı, varlığın yarıkları önünde vecde geliş ve kara bir hâle susuzluğu olan boşluk, içine gömüldüğümüz alaşağı edilmiş bir rüyadır.
Reklam
Sevinçlerle kederlerin görünürdeki simetrisinin kaynağı, kesinlikle hakkaniyetli bir şekilde dağıtılmış olmaları değildir: Bazı bireylerin başına gelen ve onları ötekilerin aldırmazlığını kendi eziklikleriyle telafi etmek zorunda bırakan adaletsizliktir. Fiiliyatının sonuçlarına maruz kalmak, ya da bundan korunmak; bütün insanların nasibi budur. Bu ayrım hiçbir ölçüt olmadan gerçekleşir: mukadderdir, saçma bir paylaşım ve garip bir ayıklamadır. Hiç kimse mutluluk veya mutsuzluğa mâhkum edilmekten yan çizemez; doğuştaki hükmün, sperma hücresinden mezara kadar geçerli olan ip cambazı mahkemesinin kararından da kaçamaz.
Dünyada yapacak hiçbir şeyimizin olmadığı apaçıktır; fakat kokuşmamızı gevşeklik içinde sürdürmek yerine ter kokuları yayarız ve leş gibi kokan bir havanın içinde kalırız soluk soluğa. Tarihin tamamı kokuşarak çözülme halindedir; çıkardığı kokular geleceğe doğru buram buram yayılır: Oraya doğru koşarız; hiç değilse her çürümenin içinde bulunan ateş için...
Eğer her kederlendiğimizde ağlayarak kurtulma imkanımız olsaydı, teşhissiz hastalıklar ve şiir ortadan kalkardı. Fakat doğuştan gelen ve eğitimle vahimleşen bir çekingenlik ya da gözyaşı bezlerimizdeki bir işleyiş bozukluğu, bizi kuru gözlerin azabına mâhkum eder. Ve çığlıklar, küfür fırtınaları, içi içini yeme ve ete giren tırnaklar, kanlı bir gösterinin verdiği teselli, artık tedavi usûllerimiz arasında görülmez olur. Bunun sonucunda da hepimiz hastayızdır; canı çektiğince ulumak için her birimize bir Sahra gerekirdi, ya da kudurmuş iniltilerine daha da kudurgan iniltilerimizi karıştıracağımız içli ve coşkulu bir denizin kıyıları...
Bazı sabahlar canlı cansız her şeyi mahvetme isteğiyle uyanmamızın sırrı nedir? Şeytan damarlarımızın içinde boğulduğunda, fikirlerimiz çarpıntıya kapıldığında ve arzularımız ışığı ikiye böldüğünde unsurlar tutuşur ve helâk olurlar, bu arada parmaklarımız da külleri elekten geçirmektedir.
İnsanların var olmak ve harekete geçmek için sarıldıkları nedenleri, kendimde ortadan kaldırmak istedim. Sözle anlatılmayacak kadar normal bir hale gelmek istedim, -şimdi de sersemleşmiş bir halde, budalalarla aynı düzeyde ve onlar kadar boşum.
210 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.