"Ama sen öğretmendin."
"Rastlantı sonucu. Öğretmek benim için asla bir meslek olmadı. İnsanlara nasıl yaşamaları gerektiğini öğretmek hevesi duymadım kesinlikle. Ben, bilimadamı dedikleri şeydim. Ölmüş insanlar hakkında kitaplar yazdım. Benim gönlüm bu tür işlerdeydi. Salt geçimimi sağlamak için öğretmenlik yaptım."
Soğuk bir insan görünümü vermek gibi bir niyetim yok, ama başka türlü olmak için hiçbir özel çaba göstermediğim de doğru sayılırdı. Çünkü, yaşamımın o noktasında hâlâ yalnız kalmak istiyordum.
Bir de Mitat Karaman kabuğu kapalı bir antepfıstığıyla uğraşmaz ki, küçük bir ayrımını veya çatlağını aramaya teşebbüs dahi etmeden çöp tabağına atar onu. Ucunda en ufak başarısızlık ihtimali gördüğü her işten uzak durur. Bu, bir fıstık kadar küçük veya dünyayı yerinden oynatabilecek kadar büyük olsa da fark etmez, başarısının sınanacağı hiçbir pozisyona sokmaz kendini. Bunun için de hayatını her türlü değişime ve yeniliğe kapamıştır. Böyle bakıldığında aslında Mitat'ın kendisi, kabuğu kapalı bir antepfıstığıdır.
Hangi hayal hangi hatıranın yerini tutar
Bir gövdeden ötekine gölgelenen zamanlar
Ey çaresizlikten yapılmış yaşama bilgisi
Taşların taşlarla konuştuğu bu yalnızlıkta
İnsan üzüntüden başka nedir ki…
Aile yaşantısındaki tüm trajedilerin sebebinin babası olduğunu düşünen genç ve idealist Zehra öğretmenin, babasının ölümünden sonra tüm gerçeklerle yüzleşmesini anlatıyor bize roman. Zehra, çocukluğundan beri nefret beslediği ve babalığını reddettiği bu adamın, aslında ruhu ve fikirleriyle kendisine ne kadar benzediğini fark ediyor ve yaptığı
Aşkın söz aracılığıyla sahiplenilmesi ve nicelleştirilmesi, aşkın çok renkli ve çok dilli olduğu yaşanmışlığına aykırıdır; onun insandan insana ve deneyimden deneyime değiştiği gerçeğine ters düşer.