Birkaç adım atıp duruyorum. İçine düştüğüm bu tüm unutuluşu tadıyorum: İki kent arasındayım; biri bilmiyor beni, öteki artık tanımıyor. Beni kim hatırlar?
"Çok basitti ama doğruydu. Biz harekete geçmeden öngörülerimiz harekete geçiyordu. Kendi kaderimizi belirleyen bizdik. Amaçlarımızı, cehaletimizi, başarılarımızı, başarısızlıklarımızı oluşturan bizden başka kimse değildi."
"Godfrey, mektepte öğrendiklerini hayatı için kâfi görmüyordu. Olgunlaşabilmek için, deniz aşırı uzun bir seyahatin muhakkak lazım olduğuna inanıyordu."
Gecenin örtüsü altında, varoluşun gölgeli labirentlerinde dolanırken, ruhumun derinliklerinde yankılanan bir ağırlık hissi beni esir alıyor. Bu ağırlık, karanlık bir şatonun mahzenlerindeki unutulmuş sırlar gibi, her biri bir diğerinden farksız fakat aynı zamanda her biri bir diğerinden daha boğucu. Zamanın sisli perdesinde her yeni şafak, bu gizemli ve anlaşılmaz koridorların daha da içlerine çekiyor beni, anlamı karanlık bir ormanın derinliklerinde gizlenmiş ve çözülmesi neredeyse imkansız bir bilmece gibi. Var olmanın özü, bu puslu manzara içinde bir hayaletin dansı gibi, hem somut hem de soyut bir yük taşıyor; kendi içsel dünyamın en ürkütücü köşelerinden fırlayan, sis perdesi ardında gizlenmiş, çözülmesi en zor bir hikâyenin parçaları bu.