Kendine barışı dert edinmiş bir adamın savaşmaya mecbur bırakılmasının öyküsü..
İnsanlığı vatanı bilmiş birinden vatanı icin savaşması isteniyordu. Savasla barış, itaat etmekle özgür olmak, sevemkle öldürmek arasında kalmıştı Ferdinand. İşte bu psikoljik savaş tüm savaşlardan daha zorluydu. Gayrıihtiyari sınırların dışındaki savaşı gördüğünde her seyin anlamsizligini gördü. 1 kilometre sonrasi savas ülkesi iken bulundugu topraklar özgürlük ülkesiydi. Keskin bi sınırlara çizilmişti bu. Bu iki ülke arasindaki köprüyü gectiginde artik asker mi olacakti? Veya tam koprudeyken geri donerse asker kaçağı? Her şey bizim ona yukledigimiz anlam kadardı.
Bi kağıt parçası hayatini degistirmeye yetmişti. Oysa hep böyle degil miydi hükümleri yapan, infazımızi veren bi daktilo, bi printer, bir kagit parcasindan baska bi sey değildi. Birileri yasa koyardı birileri buna uyardı. Bu kadar basitti değil mi?
Stefan Zweig'ın savas ortasında kalmış bir ciftin psikolojik incelemsini yaptığı bu novellada kendi hayatindan buyuk bir parça resmettigini düşündüm. Fakat cok buyuk de bir fark vardi. Kitaptaki çift savas psikolojisini kazanarak mutluluğa ulasmisken Zweig'ın hikayesi bunun tam tersiydi acı bi şekilde. Kendisinin ve karısının yasayamadığını yaşatmak için yazdığı karakteri tayin etmiş olmaliydi. Acaba şöyle mi düşünmüştü:
Gerçekte biz bu savaştan mutlu ayrilamiyoruz . O zaman kafamda yarattığım karakterler bizim yerimize mutlu olmaliydi. Cunku birileri hak ettiği mutlulugu yaşamalıydı..