Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Heyran oldum ürəkdən işlədiyin sənətə, Bir gözəllik əsəri verdin bəşəriyyətə.
Sevgi vardır bizə çox dadlı əməllər gətirir, Fəqət həpsində qaranlıq gecələr kölgəsi var.
Reklam
Herkes doğuştan Müslüman'dır, kimi sırrı doğunca çözer kimi kim bilir ne zaman? -Sır mı, ne sırrı? -Yaratılış sırrı, var edilme sırrı...
Sayfa 30
Özcan ALPER- Söyleşi
Benim için en büyük Çehov karakteri de aslında Mikail. Yusuf en azından bir adım atmış, yaşamış... Mikail ise orada kala kalmış. Oyuncuma "sen benim için İvanov'daki karakter gibisin" dedim. "Otuz beş yaşındayım ama bütün hayatım bitti zannediyorum. Aşık olamıyorum, kolumu dahi kaldıramıyorum." Yaşarken intihar eden bir karakter aslında.
Sayfa 102 - Ve YayıneviKitabı okudu
Zeynep Dadak, Altyazı, Kasım 2008
Yusuf dışarıdayken de kendi hapishanesini içinde taşıyor; baktığı her yerde onu görüyor, mekan ve beden ona dar geliyor. Bu sefer hapishanenin içeri doğru değil, dışarı doğru genişlemesinin hikayesini izliyoruz. Açlık'ta beden üzerinden ihlal edilen içerisi/ dışarısı ayrımı, Sonbaharda mekan üzerinden gerçekleşiyor. Aklımızın bir kenarında sürekli var olan F Tipi'nin gölgesi bütün mekanların üzerine düşüyor. Bu darlık sadece Yusuf için de geçerli değil, benzer bir biçimde Eka da bir hapis bedende ve mekanda var olmaya çalışıyor, Mikail çoktan hayatın bir hapishane olduğunu kabullenmiş... Pencere pervazları, telefon kulübeleri, otel odaları, minibüsler, giderek açık alanlar, her yer onları kapatan birer hücreye dönüşüyor. Sonbahar, bir anlamda, sadece Yusuf için değil, herkes için açık bir cezaevine dönüşmüş olan hayatın hikayesini anlatıyor."
Sayfa 92 - Ve YayıneviKitabı okudu
İnsanlığı bitiren, bitirmeyi hedefleyen onca şeyden sonra, yaklaşan sonunu görmesine rağmen, ölümle hesaplaşırken yaşama sevincini yeniden kazanması, aşkı ve gururu yaşaması, aşktan da gururdan da bir şey yitirmeyerek yaşaması, annesine, evine, doğasına, yaylasına, Mikail'e özlemle dönmesi bir sızlanma ve şikayet taşımaması, onca sessizliğe ve onca yalnızlığa F tipi izolasyonunu, 'hayata dönüş' işkencesini yaşamasına rağmen hayata dahil olma çabası her şeye rağmen umudu yitirmek istemeyen bir film yapar Sonbaharı. Bir ağıt filmi olmasına rağmen. Sonbahar filmi sadece bir kuşağın temsilcisi olan Yusuf'u anlatmıyor, Yusuf'un yaşadıklarını hatırlatmıyor, belli bir zamana aidiyet atfetmeden kaybolan insani değerleri, dünyayı yaşanılır kılacak bir siyaseti de yeniden hatırlatıyor, gündemimize getiriyor."
Sayfa 82 - Ve YayıneviKitabı okudu
Reklam
Sonbahar', adını aldığı mevsimin temel özelliği olan hüznün yanında 'yalnızlığı', neredeyse bütün ana karakterlerine eşit oranda dağıtıyor. Yusuf, köyünde yalnız (o kadar ki, satrancı bile kendi kendine oynuyor), anne yalnız, Mikail yalnız, Elka yalnız. Bu ortamı yırtma ve yalnızlıklarından çoğalma şansını elde eden Yusuf 'la Elka'ya ise bir anlamda hayat izin vermiyor. Kim bilir, belki de ertelenmiş mutluluklarına ayn mekanlarda ama aynı anda televizyon ekranından izledikleri 'Vanya Dayı'nın replikleri 'teselli' oluyor: "Tanrı acıyacak bize... " Öte yandan filmde, hüznün seyirciye anında geçtiği o kadar çok sahne var ki... Yusuf 'un kayıtsız ve her şeye son derece olgunlukla yaklaşan (sadece arabayı durdurup çığlık attığı sahnede belki bir teslimiyeti var)yaklaşımına karşın, bizlerin perde karşısında o denli soğukkanlı olamayacağı aşikar.
Sayfa 75 - Ve YayıneviKitabı okudu
Yusuf, 10 güzel yılını içeride feda ederken aslında dışarıda da bambaşka bir hapis hayatı yaşanır. Bunun en canlı tanığı ise Mikail'dir. Yusuf'un bu yakın arkadaşı, "Bakma burası da başka bir hapishane" diyerek durum tespitine soyunurken, birlikte çıktıkları yayla macerasında kendi hesaplaşmasına da girişir: "Doğru ya da yanlış bir sosyalizm vardi, a... koyayım şimdi o da kalmadi." Biten rüyanın ardından kalanları da, "Kadınları orospuluk yapıyor, erkekleri de fabrikadan demir yağmalayıp satıyor" diye tanımlar. Mikail'in 'teşhisleri' bitmez, kendi hayatına ilişkin de "Asiye'ye eskiden deli gibi aşıktım, şimdi eve bile gitmek istemiyorum" özeleştirisinde bulunur.
Sayfa 75 - Ve YayıneviKitabı okudu
Yusuf, sonunu gördüğü noktada, vedasını doğduğu topraklarda yapmak üzere geri dönerken burada onu sadece yaşlı annesi bekler. Hem kızına, hem de okumaya gidip hapse giren oğluna küsen baba, çoktan hayat perdesinden çekilmiştir. Anne ise oğlunun yokluğunda derdini duvarlara anlatmış, her tarafta ağlamıştır. Çayını bile doğru dürüst içmemiştir o yokken. Köy halkının gözünde ise yitik bir siluettir Yusuf. En yakın arkadaşı Mikail'le minibüse aldıkları amcanın deyimiyle, 'Anarşik olaylara karışan uşak'tır o. Akrabası olan kadın ise içerideki yıllarını, takdirle karışık şöyle hatırlatır Yusuf'a: "Ben bi gün bile odanın içinde duramayrum, sen 10 yıl nasil durdun o hücrede?"
Sayfa 74 - Ve YayıneviKitabı okudu
Yusuf hayatına tekrar canlılık katmak ister ve Mikail'den onu karlarla kaplı dağlara götürmesini ister ancak yolculuk ciğerlerine daha da zarar verir. Kendisi gibi ruhu örselenmiş Eka ile tekrar görüşmeye başlar. Fakat bu defa çıplak vücutları sarmaş dolaş bir halde yatarlar. Ardından ayrı ayrı uyurlar. Çarşafın üzerinde iki ayrı ada gibi.
Sayfa 70 - Ve YayıneviKitabı okudu
Reklam
Jay Weissberg
Yusuf'un ihtiyar annesi (Raife Yenigül) daha duygusaldır fakat oğluna ihtiyacı olan ruhsal beslenmeyi sağlayamaz. Yusuf orada doğmuş olmasına rağmen, kendi içine kapalı bu dünyanın artık bir parçası olmadığını hem kendi düşüncelerinden hem de aile büyüklerinin davranışlarından anlar. Bir dost özlemi içerisinde eski okul arkadaşı Mikail'e (Serkan Keskin) gider. Mikail kendine ve arkadaşına kıyı şehri Rize'de bir çift otel odası ile Eka (Megi Kobaladze) ve Maria (Nino Lejava) adlarında iki hayat kadını ayarlar. Bu kadınlardan ilki Yusuf'un tek gecelik sevgilisi olacaktır fakat Yusuf kaçamak ilişkilerle ilgilenmemektedir.
Sayfa 70 - Ve YayıneviKitabı okudu
Yusuf sabırla hayat vermeye çalıştığı tulumunu bitirir. Bu ona az da olsa bir huzur vermektedir. Dışarıda kar serpiştirmektedir. Annesi her zamanki gibi kendi kendine söylenir. ANNE: Kar çok kuru yağıyor. Zaten çok kestane vardı bu yıl... Çok kar yağacağı belliydi... Belli ki çok yağacak. Yusuf tulumun akordunu kontrol edip tam kenara koymak üzereyken annesi seslenir. ANNE: Gençken ne güzel çalardın, hadi biraz çalsana. Yusuf çekinerek tulumu eline alıp çalmaya başlar. Anne oturduğu yerden kalkıp gelir, pencereden uzaklardaki tepelere yağan kara bakar uzun uzun. Önce sadece tulumdan yankılanan ağılın ezgisine yavaş yavaş diğer enstürmanlar da katılır. Bu müzikle beraber anne hâlâ pencereden dışarı bakmaktadır. Uzaktaki tepeyi ağır aksak tırmanan bir grup insan belirir aynı anda. Tepeye doğru siluet halinde cenaze alayı yürümektedir. Bir annenin oğluna yaktığı ağıt bu müzikle birlikte tüm vadide yankılanmaktadır. uzaktan da olsa cenaze alayındaki Gülefer Hanım, Mikail Asiye, Onur ve diğerleri tanınmaktadır. Görüntü kararır... Jenerik akmadan önce şu cümle belirir: Her daim düşleri peşinde koşan sabırsızlık zamanının güzel çocuklarına... Onur Saylak Aralık 2003 - Aralık 2006 Hopa-Çamlıhemşin-İstanbul
Sayfa 67 - Ve YayıneviKitabı okudu
Geri199
1.500 öğeden 1.486 ile 1.500 arasındakiler gösteriliyor.