Hz. İsa'ya (a.s) şöyle derler:
"Ya İsa! Sen ölüleri diriltiyorsun ama dirilttiklerin daha yeni ölmüşler oluyor. Mutlaka bunun bir sebebi, hikmeti vardır. Yapabiliyorsan, ölümünün üzerinden zaman geçmiş birini dirilt de görelim."
Hz. İsa, "Seçin birini, kimi istiyorsanız onu kaldırayım." der.
Bunu bekleyenler, civarda, baba ve atalardan kalma eski bir mezarlık biliyorlarmış. Kimin yattığı belli olmayan bu mezardan bir kabir gösterirler. Hz. İsa, iki rekât namaz kılıp dua eder. "Yüce Allah'ın izniyle kalk!" diye seslenir kabre. Saçı-sakalı ağarmış yaşlı biri çıkar kabirden. İsa a.s. kabirden çıkana, "Kimsin, adın nedir?" diye sorar. "Bana Sam derler, Nuh'un oğluyum." der. "Peki," der Hz. İsa, "Saç ve sakalın neden ağardı?" Zira o asırda, saç ve sakalın ağarması gibi bir durum yaşanmazdı. Sam, Hz. İsa (a.s.) şöyle cevap verir:
"Bir ses duydum, kıyamet koptu sandım. Korkudan saç ve sakalım böyle ağardı. Başımdan da ölüm sarhoşluğu gitmiş değil."
"Ey Sam! Ölüp toprağa karışalı kaç yıl oldu?"
"Ey Rûhullah! Dört bin yıldan beri kara toprakta yatıyorum ama ölüm acısı henüz beni terk etmedi."
Ey aklım var diyen biçare! Bir acı ki dört bin yıl geçmiyor. Düşün, bu nasıl bir acıdır? Dünyadaki acı ne kadar olursa olsun, ömrü bir yıl sürmez, insan bir yıl sonra bu acıyı unutur. Böylesi dünya acılarından dahi korkarken, neden dört bin yıl bitmeyen bir acıdan korkmuyorsun? Kardeş! "Korkuyorum" dersen, yalan söylüyorsun. Korksaydın, insaflı olurdun. Kimseyi, elinle ve dilinle incitmezdin.
(Alıntı)