Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Mikail

Bilmemenin mutluluğu, anlamadan kabul etmenin huzuru, düşünmeden hissedebilmenin doygunluğu. Bilmek her zaman güzel değildi. Anlamak sevinç vermiyordu her zaman. Çözmek aklı doyursa da ruha iyi gelmiyordu.
Reklam
Ben oturmaya geldiğimi sanırdım. Hoş geldim. Ve İstanbul dolaylarında, birtakım odalarda Güllerin ve ayazmaların ve savaşların Biribirine karıştığı, ceviz ağaçlarında Ve sanırdım saçların kendiliğinden Köpüren binalar gibi ağardığı Akşamüstleri Bulvar kahvelerinde. Geceyi kimlerin böldüğünü Uzun saçlı aldanışların böldüğünü Ve büyülü bayramların böldüğünü Çoğu zaman çiçeklerle ve Çoğu zaman gülücüklerle kutlanan . .
Türklerin her asırda büyük mareşallerinin ve büyük devlet adamlarının olduğu bilinmektedir ve Türkiye böylesi bir zenginliğe sahiptir; fakat Atatürk nadiren görülen bütünleyici bir yönetici, bir dehadır.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Tel cambazı
. . . Aşkım da değişebilir gerçeklerim de Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı Yangelmişim dizboyu sulara Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum Hiçbirinizle döğüşemem Siz ne derseniz deyiniz Benim bir gizli bildiğim var Sizin alınız al inandım Sizin morunuz mor inandım Ben tam dünyaya göre Ben tam kendime göre Ama sizin adınız ne Benim dengemi bozmayınız
Göğe bakalım
İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar Şu aranıp duran korkak ellerimi tut Bu evleri atla bu evleri de bunları da Göğe bakalım
Reklam
Hırsızlığın çeşitlemesi
"Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun."
En çok öğretmene dikkat etmemiz lazım. Bizde model hep öğretmenlerdir, anlattıklarıyla bir dünya kurarlar. Öğretmen iyiyse, toplumunu kurtarır.
Sayfa 149Kitabı okudu
Ne yaşadıysanız yüzünüze yansır. İnsanın yüzü bir kitap gibi okunabilir. İfadeniz bomboşsa da hiçbir şey yaşamadığınız fark edilir. Bundan kurtulmak mümkündür; yaşayın, monotonluktan uzaklaşın, gezin, görün, keşfedin, başkalarıyla ilgilenin, okuyun, sevin.
Adam veya kadın; kendi olamadığı, başaramadığı ne varsa, bunları çocuğundan bekler. O şey her ne ise; çocuğun onu yapmasını, başarmasını bekler. Bizde bir çocuğu ‘’çocuk’’ olarak sevmek diye bir şey yoktur.
"Yakında buradan gideceksin" Kolunu kuvvetle sıktım. "Nereden biliyorsun?" "Nicedir durup sana bakıyorum. Tek bir insanın içinde bunca hayat, bunca huzursuzluk mümkün değil. Natal küçük bir kent, oysa sendeki bu tutkuya kocaman bir dünya gerek."
Reklam
"Bunu duyduğuma sevindim, monptit. Çünkü ömrün boyunca büyümüş bir çocuk olarak kalacaksın."
Prisoner
Ben görmemiştim bir kez dahi, Mahkûmların gökyüzü dedikleri O küçük, mavi örtüleri Ve gümüş yelkenlerini Savurup giden bulut sürülerini Böyle efkârlı gözlerle izleyen birini. I never saw a man who looked With such a wistful eye Upon that little tent of blue Which prisoners call the sky, And at every drifting cloud that went With sails of silver by.
Her şeyi aynı anda düşünmek, hiçbirine gereken zamanı vermemek, ne kötü bir huydu.
Delifişek’teki doku, toplumsal değil, ruhsaldır; burada söz konusu olan, bireyin hakkını araması, birinci ve en önemli hakkı olan özgürlüğünün tanınmasıdır. Sevme özgürlüğü, seçme özgürlüğü, kabul etmeme özgürlüğü, hayatını yaşama özgürlüğü, başkalarının istediği değil kendi istediği geleceği seçme özgürlüğü.
Sayfa 14 - Heydee M. Jofre BarrosKitabı okudu
Bakabiliyorsan, gör. Görebiliyorsan, fark et.
-Ne düşündüğümü söylememi ister misin? -Söyle. -Sonradan körleşmedik, hep kördük. -Gören körler mi? -Gördüğü halde görmeyen körler.
Lanet olsun! Halk ayılmamacasına kafayı çekiyor, aydın gençlik derseniz, işsizlikten birtakım teorilere kendini kaptırmış, düşler dünyasında yaşıyor.
Reklam
Dünyada açık yüreklilikten daha zor hiçbir şey yoktur, ama övmeden de kolay bir şey yoktur. Açık yüreklilikte, yüz de bir de olsa, falsolu bir nota, hemen ahenksizlik doğurur, ardında da rezalet kopar. Övmede ise, son noktaya kadar hepsi de falsolu olsa, yine de hoş görünür ve zevkle dinlenir; gerçi kaba bir zevkle ama, ne de olsa yine zevkle dinlenir. Övme ne kadar kaba olursa olsun, söylenenlerin hiç değilse yarısı, dinleyene, ne olursa olsun gerçek gibi gelir ve bu, toplumun her tabakasında böyledir.
Fırtınanın ıssız bir kıyıya fırlatıp attığı iki insan gibi, ezik, bitkin, üzgün, öylece yanyana oturuyorlardı. Raskolnikov, Sonya’ya bakıyor ve genç kızın kendisini ne kadar çok sevdiğini hissediyordu ama tuhaf şey, böylesine çok sevilmek, ona birden acı vermişti. Gerçekten de çok tuhaf, korkunç bir duyguydu bu! Kendisi için son umut, son çıkış yolu olduğunu düşünerek gel­mişti Sonya’ya; acılarının hiç değilse birazını burada bırakacağı­nı düşünmüştü ama genç kızın bütün kalbini kendisine verdiğini anladığı şu anda, kendini birden, eskisinden çok ama çok daha mutsuz hissetmişti.
Sayfa 527Kitabı okudu
Diyelim ki… evet, belki namuslu bir insansın, ama namuslu bir insanım diye övünülür mü hiç? Herkes namuslu olmak zorunda değil midir?
Birkaç tavşanın peşinden koşan hiçbirini tutamaz.