İnsanlık kavramına uzaktan bakmamızı sağlayan ve duyumuzu, duygularımızı anlamaya çalışan Dünya dışı bir varlıkla başlıyoruz kitaba.
Dünya'ya gelişinin hatta zorla getirilişinin bir amacı var elbette. Her ne kadar gelirken bu amacı önemsemese de duyguları öğrenmeye başlamasıyla başka bir yöne evriliyor hikayemiz. Sevgiye,aşka,hüzne.. Özetle duygulara..
Uzaktan insanın hatalarını hırslarını kaçırdığı anlık mutlulukları söylemek çok kolay olsa da ( ki bizde bunu yapıyoruz) yaşarken öyle olmuyormuş dediğini duyar gibi oluyoruz ana karakterimizin.
Okuması genel anlamda keyifli olsa da bazı sayfalarda insanın hayal gücüne bırakılan ama mantıksal eksiklikler barındıran yerler vardı. Ama yine de Dünya dışı varlıkları barındırsın, biraz da fantastiklik barındırsın diyen okuyucular sevebilir.
92. Eğer çocukların olursa ve bir çocuğunu diğerinden daha çok seversen bu sorunu halletmeye çalış. Çünkü aradaki fark tek bir atom kadar bile olsa çocuklar bunu hissedecektir. Ve tek bir atom dev bir patlama için yeterlidir.
Sorun şiddetin kendisinden çok, insanların içindeki şiddeti gizleyebilmek için harcadığı çabanın büyüklüğüydü. Homosapiens sabahları bir canlıyı öldürebileceği bilgisiyle uyanan ilkel bir avcıydı eskiden. Şimdi sabahları bir şey satın alabileceği bilgisiyle uyanıyordu yalnızca.
Anlaşılan bazı insanlar şiddetten hoşlanmakla kalmıyor, buna açlık duyuyorlardı. Acı hissetmek istediklerinden değil, zaten acı çekiyor olmalarından ve çektikleri acıyı daha hafif bir acıyla bastırma ihtiyaçlarından kaynaklanıyordu bu.
İnsanlar kibirlidir. İnsanlar hırslıdır. Para ve şöhretten başka bir şeyi umursamazlar. Matematiği kendi içindeki değeri yüzünden değil, onlara sağlayabileceği şeyler için takdir ederler.
Temel kural basitçe şu: Dünya'da aklı başında görünmek istiyorsanız doğru yerde olmanız, doğru kıyafetleri giymeniz, doğru şeyleri söylemeniz ve doğru çimlere basmanız gerekiyor.