Öyle adamlar vardır ki, haysiyet, şeref gibi kayıtlara aşina olmadıkları halde, gurur ve nahvetlerine ( kibir) dokunulur, acizleri yüzlerine çarpılırsa kendilerini kaybedecek kadar hiddetlenirler.
“Istıraptan belin büküldüğünde, dünyanın üzerine ebedi bir gece çöksün istediğinde. Yağmurun ardından ışıldayan yeşilliği düşün, düşün bir çocuğun uykudan uyanışını.”
.
.
“Ne mutlu dünyaya hiç gelmemiş olana”
Büyük bir konağın geniş salonunda raks ve kahkahadan yorulup terleyen serin şerbetlere, buzlu yemişlere koşarlarken, kristal pencerelerden dışarı süzülen ışıkta, soğuktan donan ayaklarını avuç avuç karla ovmaya çalışan ihtiyarları gördü.
Kucağında taşıdığı aç çocuğu yaşatmak için sarhoşların arkasından koşan kadınları; ve karnında taşıdığı günahsız çocuğu öldürmek için hekimlerin cebine beyaz alevli inci salkımları koyan kadınları gördü.
Kardan ve rüzgardan koruyan bir dükkan kepengi altında, başını bir köpeğin sırtına dayayarak uyuyanları ve güzel ısınmış odalarda, Çin İpeği örtülü yataklarda, nakris ağrılarıyla kıvranarak uyuyamayanları gördü.
Aptalların tahakkümüne, günahsızların cezalanmasına; faziletin susmasına ve ihtirasların gürültüsüne, hikmet ehlinin tahrik edildiğine ve nadanların alkışlandığına şahit oldu.