Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

muhidi

muhidi
@muhidi
12 okur puanı
Temmuz 2021 tarihinde katıldı
... İngilizler çok komik bir bedel karşılığında ülkenin tüm maden ve orman kaynaklarını işletip banka sistemini yönetme imtiyazını almışlar; Avusturyalılar ise postaneleri koymuşlardı... ...Şah imtiyazları kaldırmak şöyle dursun, sürekli para sıkıntısı çektiği için, yenilerini tanımak zorunda kaldı: On beş bin sterlin gibi gülünç bir para karşılığında, İran tütünlerinin tekelini bir İngiliz şirketine verdi. Hem de sadece ihracatının değil, iç tüketiminin de tekelini.
Reklam
Yeni atamaların ekip atamaları biçiminde oluşturuluşu..Bakıyorsunuz, kaymakamla lise müdürü, sosyal bilgiler dersinin öğretmeni ile ahlak hocası, veterinerle tarım uzmanı aynı bıçağın demirinden... Olayların üzerine giden müfettiş, sorguya değil takdirname vermeye gidiyor sanki. Suçlu tanık oluyor, okul müdürü, yardımcısıyla bilirkişi. Baş suçlu mu? Mutlaka şikayetçi olan dertli kişidir! Şu rastlantıya bakın ki Cide’deki huzursuzlukların nedeninde, balkonun sapına büyük görev düşüyor. Baltanın demiri olmasa da, sapı mutlaka yerli ormandan! Bundan elli yıl önce Cide’den “ Yol istemeyiz! Liman istemeyiz!” Diye imza mı toplanmış.. bir inceleyelim, tuz-ekmekçiler, gericiler vardır işin içinde! Değişmiyor bu kural yıllardır. Bir partide, iki partide toplanıveriyorlar, yıllar sonra! Değerli bir lise müdürünün, bir resim hocasının ayağımı kaydırılacak?.. imzalar hep aynı tür imzalardır,şaşmıyor!
Öyle adamlar vardır ki, haysiyet, şeref gibi kayıtlara aşina olmadıkları halde, gurur ve nahvetlerine ( kibir) dokunulur, acizleri yüzlerine çarpılırsa kendilerini kaybedecek kadar hiddetlenirler.
Sayfa 164 - terapi kitap

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Keyfi idareye bırakılmış bir ülkede insanın hayatını dürüstçe kazanamayacağını anladım.
Sayfa 194
“Istıraptan belin büküldüğünde, dünyanın üzerine ebedi bir gece çöksün istediğinde. Yağmurun ardından ışıldayan yeşilliği düşün, düşün bir çocuğun uykudan uyanışını.” . . “Ne mutlu dünyaya hiç gelmemiş olana”
Sayfa 103
Reklam
“Dünya dursun bizim için, görmeden, duymadan geçelim içinden, ne kanı, ne çamuru bulaşsın ayaklarımıza”
Sayfa 143
Büyük bir konağın geniş salonunda raks ve kahkahadan yorulup terleyen serin şerbetlere, buzlu yemişlere koşarlarken, kristal pencerelerden dışarı süzülen ışıkta, soğuktan donan ayaklarını avuç avuç karla ovmaya çalışan ihtiyarları gördü. Kucağında taşıdığı aç çocuğu yaşatmak için sarhoşların arkasından koşan kadınları; ve karnında taşıdığı günahsız çocuğu öldürmek için hekimlerin cebine beyaz alevli inci salkımları koyan kadınları gördü. Kardan ve rüzgardan koruyan bir dükkan kepengi altında, başını bir köpeğin sırtına dayayarak uyuyanları ve güzel ısınmış odalarda, Çin İpeği örtülü yataklarda, nakris ağrılarıyla kıvranarak uyuyamayanları gördü. Aptalların tahakkümüne, günahsızların cezalanmasına; faziletin susmasına ve ihtirasların gürültüsüne, hikmet ehlinin tahrik edildiğine ve nadanların alkışlandığına şahit oldu.
Borodino Savaşı’nda yaralanıp yere düşen ve gökyüzüne bakarken “Annemin onca şefkat gösterdiği bu bedeni niye delik deşik etmek istiyorlar?” Diye düşünen Prens Andrey
Sayfa 109 - Karakarga Yayınları
Aklıma Angelus Silesius’un şiiri geliyor. “ Dünya Betlehem’dir, Mısır Yalnızlık Kaç ruhum kaç, yoksa ölürsün kederden”
Sayfa 108 - Karakarga Yayınları
“Dünyada iyi insan kötü insan diye bir şey yoktur. Herkes birbirini kendi egosunun çatlaklarından izler, hayat bir yanlış anlamalar bütünüdür.”
Sayfa 74 - karakarga yayınları
Reklam
Tarihin iç içe geçmesi
Bir şimdi var, bir gelecek, birde tarih; daha doğrusu tarih diye bir sandık ki tıka basa dolu. Kleopatra, kendi zamanından binlerce yıl önce yapılmış olan piramitlere hayretle bakıyor, biz ise zamanımıza daha yakın olan Kleopatra’yı, piramitler zamanına itiyoruz. Kraliçe bizim gözümüzde kendi zamanından geriye doğru kayıyor hızla; piramitlere yapışıyor. Zaman eğriliyor, olaylar birbirine yaklaşıyor. Zaman yassılıyor; Her şey birbirinin üstüne binmiş. Maymunla zeplin, ziguratla bulaşık makinesi, Şişe açacağıyla woodoo ve piramidin önünde Kleopatra.
Sayfa 31 - Karakarga Yayınları
Hüzünlü, keder verici göğü yıldızlarla dolu, güzel bir ekim akşamıydı. Gökyüzüne bakarak yürümek hoşuna gidiyordu. Gökyüzüne baktıkça kendi önemsizliğini anlıyordu, ama herkes öyleydi. Hepsi birer hiçti onun karşısında, bütün insanlar. İç içe, yan yanaydılar yeryüzünde, önemli, önemsiz, Kim olursa olsun, ama hepsi birer hiçti gökyüzüne oranla. Her biri bir fareydi. Huysuz, sabırsız, korkak. Kentlerde bir şey değildi. Övünerek baktıkları bunca şeyin hiçbir önemi yoktu. Uygarlık dedikleri, kültür dedikleri, bunca boş söz. Bir fare ürkekliği içinde birbirine sarılmak. O, başkalarından daha çirkinse ne çıkardı bundan. Hepsi çirkindi onların. Bir insanda olabilecek, olması gereken güzellik hiçbirinde yoktu. Hepsi bir yandan açık veriyordu. Bir adam iyi biçimlendirilmişse,dış görünüşü güzel, ölçülüyse, içi kötü oluyordu, tanrılara yarışır bir vücudu bürünmüş bir budala. Bir başkasının zekası varsa, yüreği yoktu, insanlığı yoktu. bir yanı olanın, bir başka yanı eksik kalıyordu.
Sayfa 76 - Karacan Yayınları
Aşk dediğin maskaralık, her zaman öyleydi, her zaman öyle olacak. Tek şey o yer yüzünde, yinede maskaralık. Kuşlardan başkasına göre değil. İnsanoğlunun yaşarken bulaştı bunca saçmalığa göre, bu hayata göre çok yüksek. Dünyayı dolduran bu giysili, bu çalışkan, bu para kazanmak zorunda olan, bu havayla, suyla yaşayamayan yaratıkları göre değil aşk.
Sayfa 35 - Karacan Yayınları
Acınacak bir yılı dünyanın, diye düşündüm. Dünyanın bizlere, hepimize, yaşayanlara güldüğünü seziyordum.
Sayfa 27 - Karacan yayınları
Parasızlık,dedi Ben, insanı elde etmesi gerektiğine inandığı birçok şeyden uzak tutuyor.
Sayfa 22 - Karacan Yayınları
Tablom kusurluymuş, aldırdığım yok. Çünkü ustalık birdenbire kazanılan bir şey değildir. Fakat bir sanatçı tedirginliği sonucu yaratıldığını bildiğim bu tablonun benim için ayrı bir yeri var. Şimdi bile başarısızlığa uğradığım, zorluklarla karşılaşınca kendime olan güvenimi yitirdiğim zamanlar oluyor. İşte böyle zamanlarda sevgili tablomdaki Danyar’la Cemile’ye doğru beni çeken bir şey vardır. Onları uzun uzun seyreder, sanki karşılıklı konuşurum.
Sayfa 73 - Nora
Reklam
Hain sayarlarsa saysınlar beni. Kime hainlik etmiştim? Ailemize mi? Soyumuza sopumuza mı? Hiç olmazsa yaşama, yaşamın gerçeğine, bu iki insanın aşklarına hainlik etmedim.
Sayfa 72 - Nora
Aşk denen şey ressamın, ozanın esinlenmesi gibi bir esinlenme midir acaba?
Sayfa 53 - Nora
Normal İnsan Nasıldır
O doktorun iyiliğini hiç unutmayacağım. Bir gün odasında arkadaşlarıyla oturmuş konuşuyor, tartışıyorlardı. Ben de onlara kahve pişiriyor, su veriyordum; işlerini görürken de konuşmalarını dinliyordum. Normal insanın nasıl insan olduğu üzerinde tartışıyorlardı. Bu dediğim hekimin sözleri aklımdadır hala: “Normal insan, dengesiz insandır. Çünkü insan, ateş üstünde duran su dolu bir kazana benzer. Nasıl içindeki su kaynayınca kazanın kapağı atarsa, makinelerin buhar kazanlarına da artık buğu dışarı fışkırtsın diye supap yapmışlardır. Buğunun artığı dışarı fışkırır delikten, kazandaki buğu da gerektiği kadar kalır, yani dengede durur. Yoksa kazan patlar. İnsanda böyle işte... Kızınca, duygulanınca, üzülünce, acılanınca, insan içinden bir şey boşaltacak ki, patlamasın da dengesi yerine gelsin. Eee nasıl içini fışkırtacak? Nasıl kazanın supabı varsa, insanın da bir tahtası eksik olacak ki, buradan dışarıya su koy versin... Bu yüzden işte. Dengeli insan bir tahtası eksik insan demektir.O normal denilen tahtası eksik olmayanlar, günün birinde birden patlayıp bombok olur, bir daha da onarılmazlar.”
Sayfa 95 - Nesin Yayıncılık
Teknoloji
“Makine tek başına alındığında çalışma saatlerini kısalttığı halde, sermayenin hizmetine girdiği zaman bunu uzatmakta; ve gene kendi başına, çalışmayı hafifletti halde, sermaye tarafından kullanıldığı zaman, işin yoğunluğunu artırmaktadır; kendi başına, o,insanın doğa üzerindeki zaferi olduğu halde, sermayenin elinde, insanları bu kuvvetlerin kölesi haline getirmektedir; kendi başına, üreticilerin servetini arttırdığı halde, sermayenin elinde bunları sefilleştirmektedir” (40- Marks) Demekki tüm sorun, makinenin yani teknolojinin kapitalist kullanılma koşullarındadır; onun kapitalist biçimde sermayenin hizmetinde artı_emeği (ürün) arttırmanın bir aracı olarak kullanılmasındadır.
Sayfa 195 - Umut Yayıncılık
Şiddet politikası, emperyalizmin sömürge politikasının özü ve ayrılmaz bir yapışığıdır
Sayfa 127 - Umut Yayıncılık
Birleşik tek merkezli kapitalist tekelleşme
Özel mülkiyet düzeninin hüküm sürdüğü bir yerde, kapitalist bir toplumda, güç dışında bir paylaşım olmaz, olamaz da.
Sayfa 126 - Umut Yayıncılık
Reklam
Ultra Emperyalistler
Bu ittifaklar -ister bir emperyalist grubun bir başkasına karşı ittifakı, ister bütün emperyalist devletleri kucaklayan genel bir ittifak biçiminde olsun- zorunlu olarak, savaşlar arasındaki ‘nefes molaları’ndan başka bir şey değildir.
Sayfa 124 - Umut Yayıncılık
Ne anlar elin iti
Hacı,böyle bir davranışı ilk kez görüyordu onda, İçinden, “Ne bok yer bu ağanın beygiri!..” gibi bir tekerleme geçti. Ağanın beygiri değil, ama köpeği bir halt ediyordu işte. Düpedüz bir başkaldırmaydı bu. Yeri gelince bir köpek bile ağasına başkaldırıyordu. Nasıl olurdu bu? Şu kadar yıl ekmeğini yiyen bir it, dişlerini gösteriyordu. Tepesi atmıştı Hacı’nın. İlk kez ağzını bozdu sevgili Kont’una. “Seni köppoğlu köppek, seni!... Efendine diş gösteriyorsun haaa!...Nankör!” Oysa bu söz, ancak patronunu milyoner yapan işçiler için geçerliydi. Ne anlardı elin iti bu nankör sözcüğünden?
Sayfa 291 - Çınar yayınları