Ezanlar okundu, o ağladı.
Ezanlar okundu, o ağladı.
Ezanlar bitti, o da gözyaşlarını sildi.
Sanki bütün kalbini, bütün ruhunu, bütün vücudunu, geçmişini yumuş-yıkamış yeniden doğmuş gibi oldu.
Toprağa yerleşen Türk'ün en başta gözettiği şey güvenliktir. Bu sebeple kurduğu köyleri genellikle tepelerin yamacına yerleştirir, yamaca yerleşti mi aşağılarda uzanıp giden araziyi göz yaylımına alırsınız.
Eskiler ömürlerinin son deminde olup bitenleri şaşkınlıkla izlerken, yeni yetişen nesiller "toprak satıp para yemek" gibi yeni bir meslek edindiler.
El işlemiyor, alın terlemiyor, nasıl bir paradır bu?
Cenab-ı Hak eşref-i mahlukat olan insanın şeytanın iğvası, nefsin galebe çalması ile yeri geldiğinde esfel-i safiline yuvarlanabileceğini haber veriyor.
İnsanların hayatlarında tatmadıkça bilemeyecekleri mutluluklar, sevinçler, acılar, mübhem, muğlak, dile getirilemeyen duygular var, haller var.
İnsanoğlu bir kapalı kutu. İçinde ne gizli köşeler, ne mahrem mekanlar var.
Yerdeki bir taşa bir tekme atar. Kendi kişiliğine, tabansızlığına, onuru ile para tutkusu arasında sıkışmış zayıf karakterine, talihine, bi baltaya sap olamadığına, kasabanın diline düştüğüne hepsine birden basar tekmeyi.
Ahmet gibilerin vicdanı derme-çatma olduğundan çektikleri azap da tırıçkadandır. Bir yerden bir menfaat gelmeye görsün, hemen karar değiştirir, verdiği sözden döner, önce kötü dediğine sonra iyi demeye başlar. Bu gibilerin ıslahı, terbiyesi, doğru yolu bulması hele ki dünya malından vazgeçmesi uzun mücahede gerektirir.