Hoca ya "tıp bilir misin?" diye sormuşlar. "Bilirim" demiş, "hem de şöyle ifade ederim. Ayağını sıcak tut, başını serin, kendine bir iş bul, düşünme derin."
Adamın biri, Hocaya sorar:
"Nuh'un gemisine zeytin dalını getiren güvercin erkek miydi, dişi miydi?"
Hoca cevap verir:" Tabi ki erkekti. Eğer dişi olsaydı, ağzını o kadar kapalı tutamazdı!!!"
Nasıl olduysa Hoca eşeğinden düştü. Çocuklar etrafına toplandılar, gülüşüp alay etmeye başladılar.
Hoca, “Aman çocuklar, bu kadar gülecek ne var? Ben zaten inecektim.”
Hoca davet edildiği düğün ziyafetine gündelik elbiseleri ile gidince kimse kendine aldırış etmemiş.
Ne buyur diyen var, ne otur diyen. Canı sıkılmış Hocanın. Bir koşu evine dönüp bayramlık kürkünü geçirmiş sırtına. Düğün yerine gelmiş. Onu kürküyle görünce büyük bir saygı göstermişler. Baş köşeye oturtmuşlar. Önüne tabak tabak yemekler sıralamışlar.
Hoca kürkünün ucundan tutup çorba tasına daldırmış birden. “Ye kürküm ye... “ demeye başlamış.
Şaşırıp sormuşlar:
“Ne yapıyorsun Hoca Efendi, kürk yemek yer mi hiç?” Hoca cevabını vermiş sorunun:
“Madem ki bütün saygı ve ikram kürküme yapılmıştır. Öyleyse yemeği de o yesin!”
Adamın biri kargacık burgacık yazılarla dolu bir mektup getirir Hocaya:
“Hocam şunu okuyuver Allah aşkına.”
Hoca mektuba dikkatle bakar. Yazı o kadar kötü ve karışıktır ki okumak mümkün değil.
“Al” der, “ben bu yazıyı okuyamadım!”
Adam birden sinirlenir:
“Yahu, ne biçim hocasın sen! Kocaman kavuğundan bari utan. Bir mektubu bile okuyamadın!”
Bu sefer sinirlenmek sırası Hoca ya gelir. Kavuğunu çıkartıp adamın kafasına geçirerek:
“Haydi” der, “marifet kavuktaysa sen oku da görelim!”
Bir gün Hoca, yine eşeğini kaybeder. Eee, bu kaçıncı! Artık canına tak eder. “İllallah bu taş kafalının elinden! Aklını başına alsın da, biraz da o beni arayıp bulsun!” diye söylenir. Aramaz.
Aradan, günler aylar geçer. Eşek ne döner gelir, ne bir kuru selam gönderir. Günlerden bir gün Hoca eşekler başı Deli Ömer’ i görür: “Bu herifin azıcık kulağı deliktir. Şunun bir ağzını arayayım!” der:
“Ömer Efendi, bizim eşeği gördün mü?”
“Duymadın mı,” der Deli Ömer; senin eşek Mısır’a kadı oldu!” Bunu duyunca, Hoca başını sallar:
“Tevekkeli değil; ben bizim çömeze ders verirken, o da kulaklarını dikip dinliyordu!”
Hocanın iki karısı varmış.
Bir gün “En çok hangimizi seviyorsun?” diye sorarlar, Hoca söylemek istemez. Yeni karısı:
“İkimizde göle düşsek, önce hangimizi kurtarırdın?” demiş. Hoca eski eşine dönmüş,
“Sen biraz yüzme biliyordun değil mi?”
Hoca bir gün arkadaşıyla konuşuyormuş arkadaşı demiş ki:
“Ya hocam dün sizin evden bir ses çıktı. Bu neydi?” Hoca:
“Hiç, sadece hanımla biraz tartıştık kavuğum merdivenlerden yuvarlandı.” Arkadaşı:
“Yahu hocam hiç kavuktan bu kadar ses çıkar mı?” deyince Hoca,
“Ya anlasana içinde bende vardım,” demiş.
Arkadaşlarından biri Hoca ya sorar: “Hoca, dünya kaç metre?”
Tam o sırada bir cenaze geçiyormuş yanlarından. Hoca onu göstererek:
“Ona sor! Bak, ölçmüş biçmiş, gidiyor!..”
Nasreddin Hoca pazarda dolaşırken, bir papağanın on iki altına satıldığını görünce şaşıp kalarak yanındakilere sormuş:
“Bu kuş neden bu kadar para ediyor?”
“Bu papağandır” demişler, “konuşur.”
Hoca doğru evine gitmiş. Hindisini koltuğunun altına alıp pazara getirmiş.
“Kaça hindi ?” diye sormuşlar.
“On beş altın” demiş Hoca.
“Bir hindi on beş altın eder mi?”
“Görmüyor musunuz!” demiş Hoca; “yumruk kadar papağanı on iki altına satıyorlar.”
“Onun marifeti var, insan gibi konuşur. Ya seninki ne yapar?” diye sormuşlar.
“Bu da düşünür.”
“Aman ne güzel çocuk... Adı ne bunun?” diye sormuşlar.
Hoca:
“Adı Farzdır,” demiş. Mollalar şaşırıp birbirlerine bakmışlar:
“Bu ne biçim isim Hoca Efendi?” demişler. Şimdiye kadar böyle bir isim hiç duymamıştık.” Hoca hemen taşı gediğine koymuş:
“Sünnet diyeyim de onu da mı yiyeydiniz?