Dil Gediği
Şeytanların komutanı daha sonra şöyle der: Dil gediği üze- rinde nöbet tutun. O en önemli gediktir. Diline faydasız ve zarar- lı sözleri söylettirin ve Allah'ı zikir, istiğfar, Kur'an'ını oku- ma, kullarına nasihat etme ve faydalı bilgi verme gibi ona (kal- be) fayda verecek sözleri söylemesine engel olun. Bu gedikte si- zin için
Artık velîlerin ahvâline, hayatlarına ve düşüncelerine ait elime ne geçerse okumaktayım. Bu arada Celâl Bey'in berber dükkânında sıramı beklerken o da bana, Hazret-i Mevlânâ hakkında Ziya Şakir'in ve Abdülbâkî Gölpınarlı'nın kitaplarını yüksek sesle okuturdu. Mevlânâ' nın hayatı ne kadar ilgimi çekmiş, bana ne ilhâmlar vermişti! Ama, gene de, bunların hiç biri beni tatmin etmiyordu. Bu rivâyetlerin merâkımı tahrik etmede olumlu bir yanı olduğunu kabûl etmekle beraber, kısa zamanda, bunlara dayanarak hiç bir mânevî olgunluğa erişilemeyeceğini ve mutlaka kâmil bir mürşidin insanın elinden tutarak onu sabırla yetiştirmesi gerektiğini idrak ettim. Ama öyle bir zât neredeydi? Farz-ı muhâl, böyle bir zât karşıma çıkmış olsaydı acaba ben onun eğitimine lâyık mıydım? Böyle bir yeteneğim var mıydı? Bu zâtın bana vereceği eğitimi acaba hazmedebilecek miydim?
Reklam
Hayatı belli şartlar altında yaşamaya buyur ediliriz. Hayat boyu böyledir bu. Doğduğumuz andan ölümümüze değin hep bu şartlar topluluğu bir şartlar topluluğu ile çevrelenmişizdir. Kimimizin babası sert, kimimizin ki fazla yumuşak, kimimizin annesi ilgisiz, kimimizin ki ise insanı boğacak kadar ilgilidir. İçinde yaşatıldığımız şartlar ilk olarak
Dışarıda yemeğe çıksak, bir eve bile davetli olsak yemeğini evde yer, öyle giderdi. Damak tadı konusunda sürprize tahammülü yoktu. Arkadaşlarımız, "Ne huysuz adamsın!" derlerdi. Aslında huysuz değildi. Evde ne pişerse yerdi. Tencere yemeği sevdiği için değişik tatlara sıcak bakmıyordu. Kendine göre bir programı vardı. Çalışmadığı zamanlar, sabah 08:30-09:00'da kahvaltı yapar, 13:00'te öğle yemeği, en geç 20:30-21:00'da akşam yemeği yer, geç vakit mutlaka meyve isterdi… Fırın sütlaç severek yediği tek tatlıydı. Arkadaşları ile buluştuğu Çiçek Bar'dan 08:30'da çıkar, yine akşam yemeğine yetişirdi. Çok nadiren ben de Çiçek Bar'a gittiğimde, "Bu çocuğa arada izin ver, senden korkusundan erken kalkıyor" diye sitem ediyorlardı arkadaşları. Halbuki benim bundan haberim bile yoktu. Evde yemek için böyle bir mazeret yaratmıştı kendi kendine… "Gül yemeğe bekler!" Yazık bana! Kötü yenge…
Sayfa 46 - Doğan KitapKitabı okudu
Bir Rüya Bir Prova 2
Herkes söylenecek ne çok şey buldu Ve söyleyeceğini ne güzel söyledi! Ya ben? Ben ne yaptım, peki? Konuşma sırası bana gelince, Ters çevrilmiş tespih böceği gibi, önce Kollarımın, bacaklarımın kalabalığında Güç bela dilimi arayıp buldum; Sonra da, "Ya! evet, evet, evet, dedim, Her şey tıpatıp sizin dediğiniz gibi, Her şey tıpatıp sizin bildiğiniz gibi, Siz aramasanız da, bayanlar, baylar, Siz aramasanız da, Gerçeği, Ona götüren yol, döne kıvrıla, Sizin ayaklarınızın altından geçiyor. Öyle değil mi ama, öyle değil mi? Bana gelince, ben yolun kıyısında, Bu kayanın altında ve ucunda bu kalemin, Öyle kıvrılmış, düşünüyorum, Düşünüyorum da, Yol öyle olmuş, böyle olmuş, Fark eder mi, diyorum, kendi kendime, Fark eder mi, sen duruyorsan Ve yol senin kıyından geçiyorsa!"
Yol
Doğrusu, alacakaranlıkta uçan kuşları severim. Özellikle bir göl kıyısında. Hiç değilse bir havuz başında. Bir zamanlar, böylesi günbatımı görünümlerini benimle paylaşan bir sevdiğim vardı. O, nicedir yok. Kuşlar da yok. Zaten ben de, ne bir göl kıyısındayım, ne de havuz başında. Bir ormanda ilerlemeye, yolumu bulmaya çalışıyorum. Kim bilir, belki de geriliyorum. Aslında, öyle ya da böyle, beni şaşırtan ya da korkutan bir şey yok yeryüzünde. Dolayısıyla yolumu bulmamın ya da bulamamamın da bir anlamı yok.
Reklam
"Alınmış gibisin." "Yoo. Ne münasebet..." "Kıskanmadın da yani beni hiç?" "Hayır. Kıskanmadım da seni yani hiç gayet." "İnanayım ben de o zaman sana gayet." "Neye inanmak istiyorsan inan." "Öyle yapıyorum."
Sayfa 367
Bugün bu ne bi kitap der öyle bir kitap der böyle
Hakikaten de aşk harikulade bir şey.
Sayfa 16 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları XXIV. BasımKitabı okuyor
“Monsenyör, ne olur duyun beni! Monsenyör isteğime kulak verin! Kocam yoksulluktan öldü; çoğu insan yoksulluktan ölüyor; daha niceleri yoksulluktan ölmeye devam edecek.” “Eee? Ben mi besleyeyim onları?” “Monsenyör, Yüce Tanrı şahidimdir ki sizden böyle bir şey isteyemem. Sizden isteğim, kocamın yattığı yerin belli olması için, üzerinde adı yazan bir taş ya da tahta parçasının konması. Yoksa mezarı kaybolup gidecek, bulunamayacak, ben de aynı sebepten ölüp gittiğimde, buradakine benzeyen başka cılız otların altına gömüleceğim. Otlar öyle buyuk hızla çoğalıp yayılıyor ki Monsenyör; yoksulluk da öyle! Monsenyör! Monsenyör!”
"Sahi birden aklıma nişanlın geldi. O ne yapıyor?" Daren anlık bir şüpheyle beni süzdü. Bir şey söylemek için ağzını açtıysa da sessiz kalmayı seçti. "Peki senin?" diye karşı atakta bulundu. "Buraya getirilmeden önce bir sevgilin var mıydı?" Ona doğru biraz daha güldüm. "Varsa kıskanacak mısın?" Yeniden
Sayfa 390Kitabı okudu
Reklam
Tezimi çok büyük zorluklarla bitirdim. Ömrümün bilmem kaçta kaçı gitti. Öyle bir sinir savaşı vardı ki ortalıkta, anlatılır gibi değil. O zaman kalp sektesinden gitmediğime, kanser olmadığıma çok şaşırıyor, nice sağlam bünyem varmış diyorum. Neler yaşadınız? Neler, neler! Bir mühlet verilmişti, o sürede tezini teslim edeceksin dediler. Ettin
Müziğin ya da düşün hafif bir solugu, ne olursa olsun, yeter ki öyle ya da böyle bir şey hissetmemizi sağlasın, ne olursa olsun, yeter ki düşünmekten bizi alıkoysun.
Müziğin ya da düşün hafif bir soluğu, ne olursa olsun, yeter ki öyle ya da böyle bir şey hissetmemizi sağlasın, ne olursa olsun, yeter ki düşünmekten bizi alıkoysun.
— Peki... Sen ne yapacaksın? Sana bir şey kalmadı ki... Azizim, bu ne fedakârlık!.. Ben bir insanda bu kadar iyilik bulunabileceğine İnanayım mı? Belki başka zaman inanırdım... Fakat bugün... Bugün inanmak mümkün mü? Bir insan diğer bir insana kötülükten başka ne yapabilir? Kimi kandırıyoruz? Bana öyle riyakâr gözlerle bakmayın! Masum tavırlar beni deli ediyor. Ben de sizin gibi masum suratlar almasını bilirdim... Ama bu suratın arkasında ne saklı olduğunu da biliyorum. Anlıyor musunuz? insan dedikleri mahlukun bütün çirkef taraflarını artık gördüm. Burun buruna nefesini koklayarak gördüm. Hiçbir evliya benim karşımda maskesini muhafaza edemez... Sen Bedri, sana hiçbir fenalık yükleyecek değilim... Olduğumuz gibisin... Fazla bir tarafın yok... Ama karşımda böyle fazilet heykeli gibi durma...
“İşte yolculuğumun sonu: Sürgündeyim! Burada, bir köşecikte daha yıllarca kalmak zorundayım; hem de hiç istemediğim, hastalıklı duygular içinde… Ama kim bilir? Yıllar sonra bu köşeden ayrılırken belki de burayı arayacağım!..” diyordum; içimde yaramı boyuna kurcalayıp verdiği acıdan zevk alma ihtiyacı vardı ki, felaketimin büyüklüğünün bilincine varmak cidden zevk veriyordu. Yılların beni bu köşeyi de arayacak hale düşürmesi ihtimalinden dehşet duyuyordum; insanın, ne derece büyük olursa olsun her türlü felakete alışıverdiğini daha o zamanlar sezmeye başlamak da ürkütüyordu beni. Ama bütün bunlar şimdiden düşünülecek şeyler değildi; şimdi çevremdeki her şey aykırı, her şey korkunçtu… yani her şey böyle değilse bile bana öyle geliyordu.
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
1,500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.