Denize bir lügat olarak baktım bugün. Bilmediğim, işitmediğim, doğru kullanmadığım, mecazlarını bilmediğim ne çok kelime varmış. Şairlerin tuz diye, ressamların renk diye, musikişinâsların elhan diye denize döktüğü ne çok kelime varmış. Ölümü intihar namıyla denizde arayan ne çok ümitsiz insan varmış. Hayatı sudan yaratan tek bir İlah varmış!
Kuzguncuk sahiline vardım bugün. Önünden geçip tenha yollar, ıssız zamanlar aradığım, kendimi kaybedip yalnızlığımı bulmaya çalıştığım bir gurbet ruhunu bugün sahile vuran dalgalardan işittim. Sudan yapılmış bir dergâhın eşiğinde ruhumun arınmak için çırpınan kanatlarını, dudaklarıma gölgesi düşen tevbe cümlelerinin burukluğunu, denize kavuşmayı arzulayan göz yaşlarının iştiyakını duydum. Sessizliğimi muhafaza etmenin imkanın eşiğinde donakaldığını gördüm. Göz kırpmanın dahi saygısızlık olabileceği, nefesin en hürmetli bir kasıtla alındığı, ölümü dilemek ile ölüme teslim olmak arasında izah edilemeyen bir hissin tüm varlığımı uyuşturduğu bir anın tereddütünü yaşadım.
Göz kapaklarıma bir hayalin ağırlığı çöktü bir an. Dipsiz bir sükût kadar derin uyuyordu deniz. Uyku bir iğne gibiydi; deniz ve ben o iğnenin deliğinden geçtik.