Tarih öncesi geçmişimize ait bu olgular, insanoğlunun, diğer canlılar arasında özel ve benzersiz bir yeri olmadığı anlamına mı geliyor? Tabu ki hayır. Aslında insanın kökenlerine dair bir şeyler bilmekle, sadece varlığımızın olağanüstülüğünü pekiştirmiş oluruz. Tüm bu sıradışı yeteneklerimiz, tarihöncesi balıkta ve diğer yaratıklarda ortaya çıkıp evrimleşen temel öğelerden doğmuş, ortak öğelerden benzersiz bir yapı ortaya çıkmıştır. Bizler, canlılar âlemindeki diğer yaratıklardan ayrı değiliz.
Örneğin, kemik veya deri hücreleri rasgele davranışlar sergilerse -gerektiğinden fazla bölünüp gereğinden az ölürlerse- çok çirkin bir görüntüye sahip olabilir, hatta daha da kötüsü, ölebiliriz.
İşte, solucanlardan balıklara ve insanlara kadar tüm canlıları kibirlerinden edecek bir görüş: Canlı tarihi çoğunlukla tek hücreli canlıların hikayesinden ibarettir. Buraya kadar sözünü ettiğimiz canlıların hemen hepsi -elleri, başı, duyu organlan, hatta vücut planı olan hayvanlar- yeryüzü tarihinde kısacık bir zaman dilimine karşılık gelecek bir süredir dünya üzerindedir- Paleontolojiyle uğraşanlarımız bu zaman diliminin ne kadar kısa olduğunu anlatabilmek için sık sık "dünya yılı” benzetmesine başvurur. Yeryüzünün 4,5 milyar yıllık tarihini, dünyanın başlangıcını 1 Ocak ve bugünü de 31 Aralık gecesi kabul ederek tek bir yıl ölçeğinde ele alalım. Hazirana kadar sadece, alg, bakteri ya da amip gibi bir hücreli mikroplar vardı. Başı olan ilk hayvan, ancak Ekim’de, ilk insan ise 31 Aralıkla ortaya çıktı. Bugüne kadar yaşayan tüm hayvanlar ve bitkiler gibi biz de, yeryüzündeki bu canlılar partisine son dakikada katılan sürpriz misafirleriz.
Öncelikle kitabın, yazarın daha önce okumuş olduğum "İçimizdeki Balık" kitabından daha ağır olduğunu söyleyebilirim. Bazı kısımlar, (benim gibi) konuyla profesyonel olarak ilgilenmeyenlere biraz karmaşık gelebilir. Ama ana hatlarıyla bile anlaşılsa, akademik bir amaç gütmeyenler için fazlasıyla yeterli olacaktır.
Düşünün ki canlılık bizlere, "olası en iyi dünyayı" değil "olası dünyaların en iyisini" sunan bir savaşın ürünü. Genomumuzun %10u eski virüslerden, %60ı kontrolden çıkıp kendi tekrarını oluşturan genlerden oluşurken, sadece %2si bize ait genleri barındırıyor. Örneğin, plesentada, anne ile fetüs arasındaki besin ve atık alışverişini yöneten sinsitin proteini, zamanında atalarımızın genomunu işgal etmiş ve hücreleri enjekte etme yeteneğini kaybetmiş bir viral protein. Ya da anı oluşumunda rol alan ve mutasyona uğradığında Alzheimer'den şizofreniye kadar uzanan sorunlara yol açan Arc geninin ürettiği Arc proteini, HIV virüsüyle neredeyse tıpatıp aynı. O da muhtemelen 375 milyon yıl önce kara hayvanlarının ortak atasının genomuna girmiş bir virüsten ibaret. Kloroplastlar, bir zamanlar serbest yaşamlı mavi-yeşil algler iken, mitokondriler zamanında başka bir hücreyle birleşmiş olan bakterilerden ibaret.
Evrim gerçekten nefes kesici. Bundan milyonlarca yıl sonra, canlılık hala var olmaya devam ederse, bu karmaşık mekanizma, belki Covid virüsüyle bile işbirliği yapmayı başaracaktır.
Tarihöncesi geçmişimize ait bu olgular, insanoğlunun, diğer canlılar arasında özel ve benzersiz bir yeri olmadığı anlamına mı geliyor? Tabu ki hayır. Aslında insanın kökenlerine dair bir şey ler bilmekle, sadece varlığımızın olağanüstülüğünü pekiştirmiş oluruz. Tüm bu sıradışı yeteneklerimiz, tarihöncesi balıkta ve diğer yaratıklarda ortaya çıkıp evrimleşen temel öğelerden doğ muş, ortak öğelerden benzersiz bir yapı ortaya çıkmıştır. Bizler, canlılar âlemindeki diğer yaratıklardan ayrı değiliz; kemikleri mize, hatta birazdan göreceğimiz gibi genlerimize kadar bu âlemin bir parçasıyız.
Işık Toplayan Moleküller
Işığın alındığı hücrelerdeki en önemli iş, aslında ışığı toplayan moleküllerin içinde gerçekleşir. Bu molekül ışığı soğurduğu zaman şekil değiştirerek iki parçaya ayrılır. Bu parçalardan biri A vitamininden, diğeri de opsin adı verilen bir proteinden oluşur. Opsin, molekülden kopup ayrıldığında, bir nöronun beynimize uyarı göndermesine yol açan zincirleme reaksiyon başlatır. Siyah-beyaz ve renkli görüş için farklı opsinler kullanırız. Tıpkı mürekkep püskürtmeli yazıcının renkli baskı yapmak için üç veya dört farklı mürekkebe ihtiyaç duyması gibi, biz de renkli görmek için üç farklı ışık molekülüne ihtiyaç duyarız. Siyah-beyaz görüntü içinse tek molekül yeterlidir.
Araştırmacılar, insan hastalarında gördükleri değişikliklerin aynısını bakteri genlerinde oluşturdular. Buldukları şey, kendi geçmişimizi anladığımız zaman çok anlam kazanıyor. İnsanlardaki bir m itokondri hastalığını, bir bakteride kısmen oluşturabilmiş, m etabolizm ada gözlenen değişikliklerin iki türde de neredeyse tümüyle aynı olduğunu ortaya çıkarmışlardı. Bu, kendi geçmişimizin milyarlarca yıllık kısmım kendi yararımıza kullanmak anlamına gelir.
Milyarlarca yıl boyunca yaşam tekhücreli formuyla var olmuş, icatlar canlıların enerjiyi ve çevrelerindeki kimyasalları nasıl metabolize ettiklerine bağlı olarak gerçekleşmişti. Yaşam küçüktü. Giderek karmaşıklaşan "birey"lerin birbirini izleyerek ortaya çıkışı; protein üretimi, hareket ve beslenme için yeni yollar açtı. Vücudu olan canlılar (hayvanlar, bitkiler ve mantarlar) gezegenin görece yeni yerleşimcileriydi ve hepsi farklı bireylerin birleşip kaynaşmasıyla türemiş hücrelerden oluşmuştu. Vücutların sahneye çıkışı, evrim için yeni bir yolun da kapısını araladı. Her biri gücünü organeller tarafından sağlayan hücrelerden oluşmuş canlılar artık büyüyebilir, yeni doku ve organlar geliştirebilirlerdi. İşte bunun sonucu, hayvanların en yükseklere uçmalarına, okyanus tabanında yüzmelerine ve güneş sisteminin uzak köşelerini incelemek üzere uydu tasarlamalarına yardımcı olan doku ve organ çeşitliliğidir.