Nazi kampında kendi yaşadığı deneyimleri ve sınırdaki insanın yaşama güdüsünün bir ikilem içerisinde yalpalanması ele alınmış. Bir insanın gerçekliğinin nasıl alaşağı edildiğini, duyumsal ve zihinsel bir yalıtılmışlıkta düşsel yetinin kaybolmasını çarpıcı şekilde anlatıyor Amery. Her manada sınırda olan insanın; gerçekliğe, kimliğe, güdüye ve umuda karşı nasıl konuşlandığını yazıyor. Bedensel dokunulmazlığın, başkası tarafından bozulduğunda ve bu duruma müdahale edemediğimizde nasıl yaşayan bir ölüye dönüştüğümüzü ağdasız bir dil ile izah ediyor. Öznenin nasıl nesneye dönüştürüldüğü, kendi entelektüel, iktidar, kötülük, dilsel yeti ve iletişim tanımı ile muhteşem tasvirlerini ve tahlillerini aktarıyor. “Duygunun nitelikleri ne kıyas ne de tasvir kabul eder. Bunlar dilsel paylaşımın imkanının sınırlarını belirler. Acının nasıl’ı dilsel iletişimin sınırlarında kalıyor. En azından onun be olduğunu yaklaşık olarak ifade edebilirim.”
Korkunç olan, empati yetimizin hatta benliğimizin soyut içeriği ne kadar gelişkin olursa olsun, yazar ile aynı ölçekte buluşamıyoruz. Savaş suçlusu dahi işkenceyi hak etmemeli. Kimliğinden ötürü bir masumun bunu yaşaması hayal dahi edilemez.