Düşüncenin doğasında iletilmek vardır: yazılmak, konuşulmak, gerçekleştirilmek. Düşünce çimen gibidir. Işığı arar kalabalıkları sever, melezlenmek için can atar, üzerine basıldıkça daha iyi büyür.
İnsanın, doğal bir varlık olarak hedefi mutluluk, akıl sahibi bir varlık olarak hedefi ise erdemdir. Eylemlerimizin tek amacı mutluluk olduğu zaman, akıl arzuların kölesi durumuna düşer. Nasıl bir mıknatıs, çevresindeki demir parçalarından en büyüğüne çekilirse, biz de en fazla haz vereceğini düşündüğümüz nesneye doğru çekiliriz. Eğer sadece mutluluk peşinde koşan doğal bir varlık olsaydık, tüm davranışlarımız, arzularımız tarafından belirlenmiş olurdu. Halbuki aklını kullanarak arzularını denetleyebilen ve temel hedefi iyiye ulaşmak olan birisi, gerekirse mutsuz olmak pahasına doğruyu yapabilir. Bu nedenle akıl sahibi olmak, yani dışsal otoritelere ve içsel arzulara boyun eğmeden, kendi aklımızı kullanabilmek, özgürlüğü mümkün kılar.
Aradan ne kadar zaman geçtiğinin ne önemi var ki? Yalnızca sığ insanlar bir duygudan kurtulabilmek için yılların geçmesine ihtiyaç duyar. Hayatının kontrolünü elinde bulunduran biri, Kendine kolaylıkla bir mutluluk icat edebileceği gibi acılardan da kolaylıkla kurtulmayı bilir. Kendilerini duygularımın insafına bırakmak istemiyorum. Duygularıma hakim olmak onları kullanmak onlardan haz almak istiyorum.
İnsanlar bir anlam örgüsü oluşturup tüm kalpleriyle buna inanıyor; ancak er ya da geç örgü çözüldüğünde nasıl da tüm bu hikayeyi ciddiye aldıklarına anlam veremiyorlar.