“…bu kahkahaların çınlandığı yerden çok uzak bir yerde, kahkahaların yükseldiği zamandan çok zaman sonra, bir yazıcı, Gök Türklerin torunlarına bildirinceye kadar bu kahkahalar, bu şanlı alay ve şanlı ölüm unutulup gidecekti…”
“…Üç mevsim daha geçti. Kocalar öldü. Yeni bebekler doğdu. Bebekler yürümeye, küçük çocuklar koça binmeye alıştı. Kısraklar tayladı, inekler buzağıladı. Ormanlarda bozkurtların enikleri ava çıkmaya başladı…”
“…Köprüden geçen son Gök Türk İşbara Han’dı. Sülemiş’in toprağı bol bol sulayan kanları İşbara Han’a ‘Ötüken’de Türk yasası yürüsün diye öldüm’ diyor gibi gelmişti…”
“…Büyük günler geliyor… Kıtlık olunca ay parçalanacak… Kara Kağan’ı öldüremeyeceksin… Onu tasa öldürecek. Bir şehirde toplanmış kırk er görüyorum… Aralarında sen de varsın… Yağmur yağıyor… Irmağın kıyısında dövüşüyorsunuz… Budun kurtuluyor… Adınız unutulmayacak… Bin üç yüz yıllık ölümden sonra dirileceksiniz… Acunun batımına dek adınız gönüllerde kalacak…”
Boşa gitti Kür Şad'ın
Verdiği bunca emek
Türk kurdunu ısırdı
Çinli adlı bir köpek
Bu köpekler bilmiyor
Dövüşmeyi teketek
Çinliye us vermeye
Türkün kılıcı gerek
"- Çünkü bütün insanlar kardeştir. Kardeşini öldüreni tanrı sevmez.
-Ne dedin?İt sürüsü kadar Çinlilerin hepsi benim kardeşim mi? Ulan sen delirdin mi? Bu kadar kardeşi hangi ana doğurabilir"
Gerçi kendi deneyimlerimden “krallarının oyunu”nun gizemli çekiciliğini biliyordum; insanoğlunun düşünüp bulduğu oyunlar arasında rastlantının her türlü despotluğuna karşı koyan ve zafer kupalarını yalnızca akla ya da daha çok tinsel yeteneğin belirli bir biçimine veren tek oyun