"Tüm dualarım Alaz'ın hâlâ yaşıyor olması içindi. Yaşamalıydı, bana yaşattığı şeylerin ağırlığını anlamasının başka yolu yoktu. Eğer yaşarsa yaptıklarım için asla pişman olmayacaktım ama ölürse o zaman bu, benim en büyük pişmanlığım olurdu."
"... çünkü nefretin ve mutluluğun bir arada olması mümkün değildi. Birinin olduğu yerde diğeri yaşayamazdı. Evet, mutluluk nedir hiç bilmedim ve evet, en şen kahkahaları ben attım ama bu kahkahalarım mutluluktan olmadı hiç. Ben ağlarken güldüm, kanarken güldüm, acırken güldüm çünkü kimse bana mutluyken gülmeyi öğretmedi. Ben bilmiyordum, onlar da öğretmedi ve ben de sahip olduğum tek şeye gülmeyi öğrendim: Saf acı. Güldüğüm tüm o acılar ise bana bir şey öğretti: Nefret. Tutmadı ki kimse elimden, biri de çıkıp bana güzel bir şey öğretmedi ki. Kendi kimsesizliğimin içinde yaşam savaşı verirken hayatın bana öğrettiği sadece iki şey olmuştu: Nefret ve acı."
"Biz çocuklar, ailelerin günahlarını çekmeye mahkûm olmuştuk. Kimimiz bunu başarıyordu, kimimiz ise kimsesizliğin içinde kaybolup gidiyordu. Ve ertesi sabah arka sokaklarda bulunan bir ceset, kimsesi olmayan bizden birine ait oluyordu."
"Biz yedi baş belasıydık. Daha küçücük çocuklarken birbirimizi kimsesizler yurdunda bulmuş ve diğer altı çocuğun kimsesi olmuştuk. Evet, birbirimize karşı hatalarımız hep olmuştu. Lakin biz birbirimizi kusurlarıyla sevmiş, olmayan ailemizin yerine koymuştuk."