Zulmedenler mi saygıyla hatırlanacak, zulmettikleri mi?
Yıl 1945… Nazım Hikmet Bursa Cezaevi’nde mahpus. Tolstoy’un “Savaş ve Barış” eserinin tercümesini yeni bitirmiş, La Fontaine’in Masallar’ı üzerinde çalışıyordu.
“Tanya” isimli şiirini yazdığı sıralardı. Hani şu “Seni astılar memleketini sevdiğin için,
ben memleketimi sevdiğim için hapisteyim” dizelerinin geçtiği, 18’inde idam edilen Tanya’yı okuyanın karşına getiren canlılıktaki şiiri…
O sıralarda Bursa Cezaevi’ne, Adalet Bakanlığı’ndan bir müfettiş gelir. Denetimleri sırasında cezaevi müdürüne,
– “Nazım da buradaymış, çağır bakalım nasıl bir adammış?” der.
Nazım’ı müdürün odasına getirirler. Koltuğuna iyice kurulan müfettiş, Nazım’ı tepeden tırnağa süzdükten sonra,
– “Demek şu sözünü ettikleri Nazım Hikmet sensin?” der.
Nazım’ı konuşma süresince ayakta tutar. Sonrasında, “Götürebilirsiniz” der. Nazım, bir adım attıktan sonra döner ve müfettişe, “Ömer Hayyam adını duydunuz mu?” diye sorar. Müfettiş, bilgiç bir edayla, “Kim bilmez Hayyam’ı?” diye karşılık verir.
Nazım, “Hayyam zamanında İran’da hükümdar kimdi?” diye sorunca müfettiş şaşkınlıkla dudak büker ve “Bilmiyorum” cevabını verir.
İstediği cevabı alan Nazım, “Görüyorsunuz, sanatçıyı hatırladınız ama hükümdarı bilmiyorsunuz. Yıllar sonra beni dünya hatırlayacak ama dönemin Adalet Bakanını ve sizi kimse bilmeyecek” der ve odadan çıkar.