Allah, maddeden ayrı telakki edilemez ve O başka hiçbir maddede mükemmel olmadığı kadar beşerî maddede ve erkekte mükemmel olmadığı kadar kadında kamilen tecellî etmektedir. Çünkü O, yani Allah, ya fail zaviyesinden veya münfail zaviyesinden veya her iki zaviyeden müşahade edilmektedir. Bu sebeble, bir erkek, Allah’ı kendi şahsında, kadının erkekten vücûd bulduğu hakikati zaviyesinden bakmak üzere temaşa ederse, o zaman o Allah’ı, fail olduğu bir zaviyeden murakabe eder; ve kadının erkekten vücüd bulduğunu ihmal ederse, o zaman Allah’ı, münfail olduğu bir zaviyeden temaşa eder, çünkü o Allah’ın mahluku sıfatı ile, Allah’a münasebetinde mutlak münfaildir. Ancak o Allah’ı kadında temaşa ederse, bu takdirde o, Allah’ı hem fail hem de münfail zaviyesinden temaşa etmiş olur. Kadının suretinde tecellî eden Allah, erkeğin rûhu üzerinde tam hakimiyete sahip olduğu hakikatinden hareketle ve erkeği kendisine hepten ve külliyen teslim olması ve kendi tahakkümü altına alması için sevk ettiğinden, faildir; ve Allah münfaildir de, zira, Allah kadında tecellî ettiğinde, erkeğin iradesi altında olduğundan, onun emirlerine tabidir. Bu sebeple Allah’ı kadında görmek demek, Onu bu zaviyelerin her ikisinde görmek demektir; bu tarz bir temaşa ise, Onu tecellî ettiği, diğer bütün farklı suretlerde temaşa etmekten daha mükemmeldir.
Sayfa 104 - ibn-i arabî
Büyük veli Imam Kuşeyri (k.s), mürşidin gerekliliği hakkında şöyle diyor: "Hakk'ı arayan kimse, bulunduğu yerde kendisini irşad edecek bir kimse bulamadığı zaman, irşadla görevli zamanının mürşidine gitmeli, onun bulunduğu yere hicret etmeli; yanında kalmalı, terbiye olup kendisine izin verilene kadar kapısından ayrılmamalıdır."
Reklam
Kendisine hakaret edildiğini düşünmek suretiyle, aynı kişinin kendisini onurlandırabileceğini de kabul etmek istemez, zira birisi başka birisinin kendisini küçük görmesinden rahatsız oluyorsa, kaçınılmaz olarak onun kendisine saygı duymasından da mutluluk duyacaktır.
Sayfa 21 - Türkiye iş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Bir müslümanın kalbi, Allah [c] ve peygamber sevgisi ile dolmadıkça, inanç işlerine dair inanılması gerekene iman ettiğini iddia etmesi onun için yeterli değildir. Bu yüzdendir ki, Resulullah [s] şöyle buyurmuştur: "Hiçbiriniz, ben kendisine, babasından, evladından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça, iman etmiş olmaz."
On seneden beri içlerinde yaşadığı halde bir türlü alışamadığı bu insanların arasında onun da sağlam bir yeri olmalıydı. Yalnız kendisine dayanan, yalnız kendisinin olan bir yeri...
Ebû Hüreyre (r) diyor ki: "Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdular: 'Mü'min kendi kabrinde yemyeşil bir bahçenin içinde bulunacaktır. İçinde bulunduğu kabri kendisi için yetmiş arşın genişleyecek ve âdetâ Ay'ın ondördü gibi aydınlık olacaktır. Nitekim Hz. Peygamber (sav), ashâbına: '... şüphesiz onun için dar bir geçim vardır.' meâlindeki bu âyetin kimler için nazil olduğunu biliyor musunuz?' diye sormuştur. Ashâbı da, 'En iyisini Allah ve Rasûlü bilir.' Deyince, Rasûlullah (sav) da: 'Bu, kafirin kabrinde iken göreceği azâbtır. Kendisine doksan dokuz Tinnin musallat kılınır. Siz, Tinnîn nedir bilir misiniz? Bunlar doksan dokuz yılandır. Her bir yılanın yedi başı vardır. Adamı kabrinde sokarlar, tüm vücudunu ısırarak zehirlerler ve bedenine girip çıkarlar. Bu, tâ Kıyâmete dek dirilecekleri güne kadar böylece sürer.
Reklam
Ey sefillerin zavallı düşüncesi! Ne yazık! Bu karanlıklarda insan ruhunun yardımına kimse gelmeyecek mi? Onun kaderi zekayı, kurtarıcıyı, başı kartala benzeyen kanatlı atın o muhteşem süvarisini, iki kanadının arasında gökten inen şafak renkli savaşçıyı, geleceğin ışıklar saçan sövalyesini sonsuza dek beklemek midir? Durmadan boşuna bir çabayla idealin o ışıklı mızrağına mı seslenecektir? Uçurumun derinliğinde Kötülük'ün tüyler ürperterek yaklaştığını duymak ve çamurlu suların altında o zorbanın başının, köpük çiğneyen o ağzın, pençelerin, kabarmaların, halkaların o kıvrılan dalgalanmalarının giderek kendisine doğru geldiklerini görür gibi olmaya mahkum mu edilmiştir? Orada kollarını bükerek, titreyerek, karanlıklarda çırılçıplak bekleyen bembeyaz tenli Andromeda gibi umutsuz, ışıksız, kalmış bir halde canavarın yaklaştığını sezinleyerek beklemek zorunda mıdır?
Allah CC tanımak
Çünkü miskin zanneder ki, Allah'ın celâl ve azameti bu âzalardadır. Böyle düşünen bu insan, nefsinden başkasını tanımaz. O ancak nefsini tazim eder. Binaenaleyh sıfatla- rında onunla müsavi olmayan hiçbir şeyde azameti anla- yamaz. Evet, bu insanın gayesi; nefsini, güzel suretli, tahtın üzerinde oturmuş, huzurunda emrini harfiyyen yerine ge- tiren hizmetkârlar bulunan bir padişah şeklinde tasavvur eder. Binaenaleyh şübhe yoktur ki, bu kimsenin gayesi, Al- lâhü (Teâlâ ve Tekaddes) hazretleri hakkında da bunu takdir etmektir ki, azameti anlamış olsun! Belki eğer sineğin aklı olsaydı ve kendisine: - Senin yaradanın kanat, el ve ayaktan münezzehtir. Onun için uçuş bahis mevzuu değildir, denilseydi... Sinek bu hükmü reddederek diyecektir ki: - Nasıl benim yaradanım benden eksik olur? Yaradanım, nasıl kanatları kesik ve uçmaya gücü olmayan bir topal olur? Benim uçma âlet ve kudretim olur da, Hâlik ve şekil veri- cim olduğu hâlde onunki olmaz mı? Halkın çoğunun akılları sineğin bu aklına yakındır! Muhakkak ki; insan, çokça cahil, çokça zâlim ve nankördür:
İnsanın yapısındaki birinci ilke onun sosyal bir varlık olmasıdır. İkinci ilke bedenin tutkularına direnmesidir, zira kendini sınırlamak ve hissin veya dürtünün neden olduğu hareketlerle daha kötü bir duruma düşmemek akıl ve zihin sahibi olan varlıkların bir özelliğidir; his veya dürtünün neden olduğu hareketler içimizdeki hayvana özgüdür, oysa bunlar zihinsel yetiye dayanan harekete yön veremez ve ona egemen olamaz. Bu yüzden doğa tarafından biçimlendirilen insan yapısında onlardan sadece yararlanmak vardır. Akıl sahibi bir varlıktaki üçüncü ilke acele yargıdan kaçınmak ve kandırılmamaktır. Dolayısıyla egemen unsur bu temel ilkelere bağlı olsun, düz bir yolda gelişim göstersin ve kendisine ait olana sahip olsun.
Sayfa 109 - Can Yayınları - 1. BaskıKitabı okuyor
Hayatı tüketircesine yaşamak değil, onun için de kendisine düşen yerde durmak istiyordu.
Reklam
Modernite bizi yüzeysel kalmaya mahkûm ediyor. Yani bizi besleyen ana damarları kendisine göre tıkıyor, kesiyor, bizi yüzeysel bırakıyor. içsel manada derinleşmediğimiz zaman diplomalı cahiller olarak kalıyoruz; çünkü hepimiz modernitenin tüketim akımına göre eğitiliyoruz. O çerçeveden çıkıp da içinde bulunduğumuz nimete, hikmete, mirasa baktığımızda, modernitenin tüketim amaçlı akımının anlamsızlığı, çaresizliği ve illüzyonu çok net bir şekilde görünüyor. Bu eğitim sürecini küreselleşme olabildiğince tıkıyor. İlmin ve hikmetin zevkini tadan biri artık dünyalığa ve modern dünyanın illüzyonuna kendini kaptırmıyor. Bizim dünyamızda ilim ve hikmet birbirinden ayrılmaz. Modernite ilmi hikmetten kopardı, onun için geriye sığ bir eğitim anlayışiı kaldı. Hikmetten kopan ilim teknolojinin emrine girer. Halbuki ilim bizatihi hakikat sevgisidir. Teknolojinin hakikat sevgisiyle alakası yoktur, teknoloji güç sevgisidir. İlmi hikmete bağlarsanız teknolojiyi frenlemiş olursunuz. ilim aklî, teknoloji ise nefsi bir hadisedir.
Nakledildiğine göre Hz. İsa (a.s) bir gün bahçe sulayan bir bir delikanlı ile karşılașır. Delikanlı Hz. İsa'ya; "Rabbinden, sevgisinin zerre ağırlığındaki bir kısmını bana bağışlamasını dile." der. Hz. İsa ona; "Sen zerre kadarına dayanamazsın." diye karşılık verir. Delikanlı; "O halde zerre kadarının yarısını versin." der. Bunun üzerine Hz. İsa onun için; "Ya Rabbi! Bu gence sevginin zerre kadarının yarısını bağışla." diye dua eder ve yoluna devam eder. Epeyce bir müddet sonra Hz. İsa'nın (a.s) yolu yine oraya düşer, delikanlıyı sorar; "Delirdi, dağlara çıktı." derler. Hz. İsa delikanlıyı kendisine göstermesi için Allah'a dua eder. O sırada delikanlıyı dağlar arasında görür, onu gözlerini gökyüzüne dikmiş ve bir kaya üzerinde dimdik ayakta dururken bulur. Hz. İsa (a.s) delikanlıya selam verir, selamını almaz, "Ben İsa'yım." diye kendisini tanıtarak delikanlının ilgisini çekmeye çalışırken Yüce Allah (c.c) 'tan kendisine şu vahiy gelir; "Kalbinde benim sevgimin yarım zerresini taşıyan kimse insanoğlunun sözünü hiç duyar mı? İzzet ve celalim hakkı için sen onu testere ile ikiye biçsen onun acısını bile duymaz."
Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar: Kitabın tam adı Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar-Birinci Bölüm: En Eski Zamanlardan Başlayarak Apar Sülâlesinin Düşmesi Tarihi Olan Milâdî 552'ye Kadar şeklindedir. Kitabın hazırlanma ve yayımlanma macerasını önsözün sonunda Atsız şöyle anlatır: "Bu kitabı 1933'te yazmağa başlamıştım. Malatya Orta
"Kendisine az çok sıradışı gelen bir duygu ortadan kalktığında insan zihni nasıl da hiç şaşmadan onun sebeplerine dair bir düzine açıklama türetiyordu."
karısı gelinceye kadar yanında kalmasına izin verseydi, kendisine bahşedilen güven duygusunun sağlayacağı ahlaki sorumluluğun etkisi, onun suça eğilimini dizginler, böylelikle de en sefil ruhlarda bile her zaman rastlayabileceğimiz parıltıyı ve soyluluğu yüzeye çıkarırdı,
1,500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.