Kadın bir kalıp değil, bir fikirdir; çölde kaçan bir seraptır, en yakınken en uzaktır, bir timsal, bir misal, bir visal; Allah'a götüren bir vasıtadır.
Çıkar Türk'ün ruhunu zindandan, kurtar o ruhu her an ödünü patlatan üç beş korkuluğun sahte gardiyanlarından ve tık içeriye bütün hak ve hakikat düşmanlarını!
Gerçekten de Sakarya ile bu mukaddes emanetin yılmaz bekçisi seçilmiş millet, şanlı bir direniş göstermiş; suyu yokuşlara doğru akıtmayı bilmiş ve fakat sonradan yaptığı eldiven ve şapka dan ibaret inkılaplarla şanını ilerletememiştir.
Suçlayıcılar aslında yükseldiklerini sanırken gerçek zamanı kokutmakta ve alçalmaktadırlar.
Bir saman kağıdından kopya almanın dışında bu talkitciler hiçbir şey yapmamaktadırlar.
Devrim diye yaptıkları da masaldan ibarettir ve yeniye tahammülleri yoktur.
Ne yazık ki bu solmaz, pörsümez yeni, çirkine mahkum edilmiştir.
Bir gün hesap görülecek ve gerçek inkılâp zuhur edecektir.
Öylesi bir genç adam, sürekli kendi kendine "Ben neyim ve bu hal neyin nesi?"
sorusunu soracaktır. Sonsuz varlık muhasebesini yapacaktır.
Cemiyet, yok edilen ruhu ve yok eden güruhuyla tahlile muhtaçtır; kurtarılmayı, kendi öz benliğine döndürülmeyi beklemektedir. Şairde bu cemiyetin rahminde bir doğum sancısıdır. Böyle bir doğum aynı zamanda mukaddes emanetinde taşıyıcısı okacaktır.
Artık oğul Mehmet' e güven aşılamalıdır. Nasıl ki dava, "büyük Doğu" cemiyetinin farkına vardığı mesaj olmuştur; Bu sefer içeride olan babanın evladına bir mesaj olmak gerekir. Mehmet sevinmelidir, babası eve dönse de dönmese de sevinmelidir. Zira bu tekerlek, tümsekte kalmayacaktır artık.
Gerçekten de Sakarya bu mukaddes emanetin yılmaz bekçisi seçilmiş millet, şanlı bir direniş göstermiş; suyu yokuşlara doğru akıtmayı bilmiş ve fakat sonradan yaptığı eldiven ve şapkadan ibaret inkılâp larla şanını ilerletememiştir.
"Büyük Doğu"nun son dönemecinde ve "Rapor"ların tamamında... Onunla Türk gençliğini bütünleştirecek, özellikle ülkücüler ve akıncılar mahfillerini "Büyük Doğu" yani tarihî olan hakiki büyük birliğe kalbedecektik. "Ordusunu Arayan Kumandan" olarak Necip Fazıl sanatkâr deruniliği ile siyaset yaratan kurmaylığını buluşturup Türk'ün ruh köküne dayanan yeni bir inkılap peşindeydi. Fakat ya orduları onu anlamadı yahut o, ordulara kumanda edemedi...
Türk tarihini, vecd ve aşk, dönme ve duraklama, gerileme ve alçalma,ve nihayet Tanzimat devri ile beraber şahsiyetini yitirme ve maymunlaşma, Cumhuriyet çığırında ise ruh kökünü baltalama ve kurutma devreleri olarak 5 merhale içinde özleştiren...
Suçlayıcılar aslında yükseldiklerini sanırken gerçek zamanı kokutmakta ve alçalmaktadırlar.
Bir saman kağıdından kopya almanın dışında bu talkitciler hiçbir şey yapmamaktadırlar.
Devrim diye yaptıkları da masaldan ibarettir ve yeniye tahammülleri yoktur.
Ne yazık ki bu solmaz, pörsümez yeni, çirkine mahkum edilmiştir.
Bir gün hesap görülecek ve gerçek inkılâp zuhur edecektir.
Öylesi bir genç adam, sürekli kendi kendine "Ben neyim ve bu hal neyin nesi?"
sorusunu soracaktır. Sonsuz varlık muhasebesini yapacaktır.
Cemiyet, yok edilen ruhu ve yok eden güruhuyla tahlile muhtaçtır; kurtarılmayı, kendi öz benliğine döndürülmeyi beklemektedir. Şairde bu cemiyetin rahminde bir doğum sancısıdır. Böyle bir doğum aynı zamanda mukaddes emanetinde taşıyıcısı okacaktır.
Artık oğul Mehmet' e güven aşılamalıdır. Nasıl ki dava, "büyük Doğu" cemiyetinin farkına vardığı mesaj olmuştur; Bu sefer içeride olan babanın evladına bir mesaj olmak gerekir. Mehmet sevinmelidir, babası eve dönse de dönmese de sevinmelidir. Zira bu tekerlek, tümsekte kalmayacaktır artık.
Gerçekten de Sakarya bu mukaddes emanetin yılmaz bekçisi seçilmiş millet, şanlı bir direniş göstermiş; suyu yokuşlara doğru akıtmayı bilmiş ve fakat sonradan yaptığı eldiven ve şapkadan ibaret inkılâp larla şanını ilerletememiştir...
"Tanrı Dağı kadar Türk; Hira Dağı kadar müslüman" gibi muvazaacı bir tekerlemenin belirttiği madde ve posa Türkçülüğü iyice bilmelidir ki "Tanrı Dağı" bir put ismidir, Hira ise sadece kainatın efendisine vahyin nazil olduğu bir mekan adıdır ve zıt manalar asla birleşemez. Müslüman hiçbir dağa ilahi hüviyet biçmez, sadece layık olanı mübarek bilir; Allah'ı tevhidden ve bu devhid potasında her alakanın eriyip gittiğini takdirden gayrı vazife tanımaz.
İşte ülkücü gençlik bu takdir ve idrake vardığı gündür ki Allah'ın kendisine verdiği motor kuvvetine yıldızlara elektrik verici bir dinamoya bağlamış olacak, başlara taç gençliği temsil edecek, kabuk Müslümanlara eksiğini gösterecek ve bizi daima önünden çekici ve ardından itici bulacaktır.