yenidoğanların yoğun REM aktivitesi, daha çeşitli duyusal deneyimler elde edilmeden önce beynin büyümesini ve plastisitesini teşvik eden, gelişen sinir sistemi için aktivasyon süreci olarak kabul edilir.
Manik-depresif öznelerin tarif ettiğine göre, bir dinleyici kitlesine sahip olmak, çocukluğun çok özel bir boyutunu canlandırmaktadır. Anne, baba veya birincil bakım veren kişi de duygudurum değişikliklerine tabidir. Bunu çocuk sıklıkla beklenmedik veya dehşet verici bir şekilde yaşar ve gaddar bir tutarsızlık içerisinde bir sevilip bir itildiğini hisseder. Bu dramatik tahterevalli hali günlük bir deneyim haline gelebilir veya bir kardeşin doğumu gibi yaşamsal öneme sahip zamanlarda olabilir. Bazı durumlarda anne, çocuğa sadece tam bir bağımlılık durumu devam ettiği takdirde yakın kalabilir. Çocuk bağımsızlığını ele aldığı an, annenin sevgisi çöker. Böylelikle manik-depresyonun sarkaçvari bazı dinamikleri çocuğa işlenmiş olur.
Böyle yarılmalar bu kişilerin en temel yansımalarinin, çok yatırım yapıldığını hissedip, bir an sonra bir kenara fırlatıldıklarını hissetmeleri şeklini alır. Bu döngüyü sonrasında kendi duygudurum dalgalanmalarında yeniden yaşayacaklar, kendilerini dünyanın merkezi gibi hissederken, birden dayanılmaz bir şekilde terk edilmiş ve yalnız hissedeceklerdir. Benzer bir şekilde hayatlarının ilerleyen dönemlerinde sevgiyi garantilemek için tam bir bağımlılığın olduğu ilişkiler arayabilirler. Başka bir kişi onlar için her şeyin kaynağı olan tümgüçlü bir hale bürünebilir ve en küçük bir önemsenmeme veya gerilim, nihai bir reddedilme kadar yoğun yaşanabilir.
Sevginin/aşkın bağımlılıkla başladığını, ilk nesnesinin çocuğun bütün dünyasını oluşturan daha muktedir ama sevgi dolu anne olduğunu ve annenin besin, güvenlik ve haz kaynağı olmaya devam ettiğini. Sevgi/aşk patolojilerinin hepsinin kaynağında bu öncül orantısız bağımlılık durumu yatar.
Freud'un "birincil süreç düşünce" tabir ettiği aşamada, arzu yerine getirilmiş gibi algılanıp memnuniyet verici bir biçimde belirir; "ikincil süreç düşünce" aşamasındaysa gerçekler göz önüne alınır. "Ruhsal Olayların İki İlkesi Üzerine Formülasyonlar" başlıklı yazısında Freud şöyle der: "Bilinçdışı (baskılanmış) süreçlerin en tuhaf özelliği gerçeklik testini bütünüyle gözardı etmelerinden kaynaklanır haz-beni dilemekten başka bir şey yapamaz; gerçeklik-beninin de yararlı olan için çabalamaktan ve kendini yıkıma karşı koruma altına almaktan başka bir şey yapma görevi yoktur." Bilinçdışı fantazi dünyasında yaşayan "haz beni" her tür bilgiyi haiz tatminkar bir hedonist, "gerçeklik-beni" ise bir pragmatisttir.
Bir başka deyişle, tatmin her zaman için fantazi dünyasında zaten gerçekleşmiş olur. Dolayısıyla, en azından bilinçdışı düzlemde, tatminlerimizden daha emin olduğumuz başka bir şey yoktur. Diğer bir deyişle, Freud yaşayacağımız tatminin sürpriz olmaması için ne kadar çok çaba sarf ettiğimizi belirtir.
Mesela psikanaliz seanslarında, insanların yaşadıkları deneyimleri anlatırken yaşayamadıkları deneyimlerden bu kadar çok bahsetmeleri ve mahrum kaldıkları şeyler hakkında bu denli otoriter, tutkulu ve kendinden emin bir tavırla konuşmaları bana çarpıcı geliyor. Örneğin bir erkeğin ya da kadının, eşinde nelerin eksik olduğunu ve söz konusu eş belli açılardan değişecek olsa hayatlarında nasıl farklılıklar yaşanacağını bilmesi sık rastlanan bir durum. Benim kanaatim şu yönde: Deneyimlediklerimizden ziyade deneyimlemediklerimiz hakkında bilgi sahibi olduğumuzu düşünerek yaşıyoruz.
Deneyimlemediğimiz şeyler hakkında bildiklerimiz deneyimlediğimiz şeyler hakkında bildiklerimizden daha fazlaymış gibi yaşarız ve bu da arzuladığımız deneyimlerden uzak durmamıza, hüsrana dair bilginin bir sığınak, küskünlük, garez, bağımlılık yaratan bir sıkıntı halini almasına yol açar. (s.104)