1800’lü yıllarda Fransa’da yaşamış ünlü edebiyatçı Honore de BALZAC, bu eserde, bizlere birbirinden farklı özelliklere sahip karakterler üzerinden, Paris’in aslında hiç de göründüğü gibi olmayan, lüks ve gösterişe düşkün soylular âlemini konu almış. Onların içinde dönen entrikaları, duygusuz yaşamlarını, çarpık sosyal ilişkilerini, geçip giden hayatlarını ve yitirilen değerlerini anlatmış.
Romanın ilk sayfalarında sıkıldığımı hissetsem de ilerledikçe olayların ilginçleşmeye başladığını, kitabı elimden bırakamadığımı fark ettim. Kitabın başında çok sayıda kahramanın ayrıntılı ve uzun uzun betimlenmesi; karakter isimlerinin Fransızca olması kitaba dair olumsuz bulduğum tek nokta sanırım.
Son sayfaları okurken çokça duygulandım. Goriot Baba’nın kızlarının vurdumduymazlığı ve nankörlüğü beni fazlasıyla kızdırdı. Buna rağmen bir babanın kızlarına duyduğu karşılıksız sevgi ve büyük hayranlık beni oldukça etkiledi. Kendi yaşamından vazgeçip sadece onların mutluluğu için yaptığı fedakârlıklar beni hüzünlendirdi. Ölüm döşeğindeyken bile kızlarının umursamazlığı kalbimi derinden yaraladı.
Bu kitapta anlatılan asıl hikâye ise; paranın ve lüks yaşamın cazibesine kapılan insanların, mutluluğu yanlış yerlerde araması; hayatını yanlış insanlarla tüketmesi; onlar için o kadar fedakârlık yapan babasını bile görmezden gelecek kadar alçalmasıdır. Goriot Baba’yı kızlarına olan aşırı düşkünlüğü, buna karşılık kızlarının parayı ve lüks hayatı seçerek babalarını görmezden gelmeleri öldürmüştür.